Bugün köşeme güzel bir ailenin,
Bazen içinizi ısıtacak.
Bazen içinizi acıtacak.
Bazen de güldürecek MÜCADELE DOLU yaşam öyküsünü taşımak istedim.
Dulkadiroğluları Aşiretinin yiğit evladı Bekir ile.
Kırşehir’in güzel kızı Dilber’in yolları çeşme başında kesişmiş.
İlk bakışmaları gönül bağı için son bakışmaları olmuş.
Evlenmişler.
Bu evlilikten nur topu gibi iki tane delikanlı dünyaya gelmiş,
Zafer ile Muzaffer.
Zafere karşı bir tutkuları olsa gerek isimler böyle konmuş.
Bekir-Dilber evliliğinin ilk yılları biraz zorlu geçmiş.
Fakirlik, yoksulluk pek yakalarından düşmemiş.
Oturup göçe karar vermişler.
Evin direği Bekir Baba önce MTA’da bir iş bulmuş.
Ancak bu işi de uzun süreli olmamış.
Salihli’den amcazadelerinden bir davet gelmiş.
Manisa Salihli’de Belediye Başkanı olan amcazadeleri,
Zafer Keskiner’in otağına göçmüşler.
Orada üzerlerine bir dam, pamuk tarlalarında da iş bulmuşlar.
Yaşamları biraz güzelleşmiş.
Ama fakirlik yine kapılarında.
Öyle ki!

Keskiner ailesinin iki tane tavuğu varmış.
İki kardeş yumurta nöbetine yatıyorlarmış.
Tavuk yumurtladığında yumurtayı ilk kapan için o gün bayrammış!
İşin daha da dramatik ola yanı eve bir parça et girdiğinde.
Anne baba onu ağzına koymaz tabakta çocuklarının, önüne itelerlermiş.
Yesinler diye.
Öylesine bir yoksulluk, öylesine bir aile güzelliği, fedakârlık işte.
Sonuçta Karı -koca bu işin böyle yürümeyeceğini anlamışlar.
O sıralarda da Almanya’da TÜRK işçi alımı varmış.
Yazılmışlar, şanslarına kendilerine “gelin” müjdesi gelmiş.
Evlatları okulun, onlar da Almanya’nın, gurbetin yolunu tutmuşlar.
İşe girmişler, çalışmaya,
VE kazançlarını çocuklarının tahsili için ülkeye göndermeye başlamışlar
Almanya, gurbet macerası,
Ağabey Zafer ile Muzafferin yüzlerini güldürmüş.
Pamuk tarlasının o minik işçi elli delikanlısı Muzaffer,
Üniversite imtihanlarında Türkiye,
47’cisi olarak büyük bir başarıya imza atmış.
Muzaffer’in gönlünde Orman Mühendisliği varmış.
Ancak ağabey Zafer buna karşı çıkmış.
TIP okuyacak, doktor olacaksın, sana bu yakışır demiş.
Üniversite sıralama listesinin başına Hacettepe Tıp Fakültesini yazdırıp.
Ardına da on tane Tıp Fakültesi sıralattırmış.
Kardeşi gönül koymasın diye de en son sıraya bir orman fakültesini koydurmuş.
Sadede gelirsek...
Muzaffer Keskiner Hacettepe Tıp Fakültesini derece ile bitirip.
Uzmanlık kariyerini de kadın doğumu üzerine yapmış.

Ve çok sevdiği Manisa Salihli’ye, Devlet Hastanesine atanmış.
Zafer Keskiner ise Makine Mühendisi olarak.
Yıllarca devletimizin TANK yedek parçalarını üreten bir fabrikada çalışmış.
Sonra da o da Salihli’nin yolunu tutmuş.
Burada içimizi ısıtacak nokta evlatlarının,
Tıp fakültesini ve de makine mühendisliğini, kazandığını
Duyduklarında anne babalarının birbirlerine,
Sarılarak saatlerce mutluluk gözyaşları dökmeleri.
Bu güzel haberi duyunca yaşadıkları mutluluk gözyaşları ile perçinlenmiş.
Sonra iki kardeş kafa kafaya vererek, güçlerini birleştirerek,
Salihli’de bir özel hastane kurmaya karar vermişler.
Biraz zor olmuş tabii…
Koskoca hastane bu kurmak öyle kolay mı?
Bütün her şeylerini satıp hastaneye yatırmışlar.
Sıkıştıklarında hisse karşılığı ortak alıp inşaatı bitirmişler.
Tabii bu süreçte ticarete daha çok kafası çalışan,
ağabey Zafer’in itici gücü daha fazla olmuş.
Hastanenin adını da CAN Hastanesi koymuşlar.
Ağabey Zafer Keskiner bazı özel mesellerden dolayı bir süre sonra hastane olayından
Çekilip kendi dünyasına dönmüş.
Muzaffer Keskiner ise durmamış.
İzmir Karşıyaka’da 6-7 katlı yeni bir CAN Hastanesi yaptırmış.
Şimdi iki hastanenin Yönetim Kurulu Başkanı.
Yaklaşık bin kişiye ekmek veriyor.
Binlerce insanımıza da şifa dağıtıyor.
İşte bu iki ağabey-kardeş benim kadim dostlarım.
Yolumuz bir şekilde ziyaret için ağabey Zafer ile birlikte İzmir Can Hastanesinde,

Muzaffer Keskiner’in otağına düştü.
Ama ne karşılama!
Sevgi, saygı, sarılma hasret giderme her şey var.
Yönetim Kurulu Başkanı dedik ya, öyle şatafatlı bir ortam oda düşünmeyin.
İki hastane sahibi Muzaffer Keskiner’in küçük bir odası bir de sekreteri var.
Oda da iki tekli bir üçlü koltuk var.
Yani mütevazi bir işveren, patron.
Muzaffer Keskiner sabah saat sekizde hastanede,
Akşam sekizde evde.
Böyle çalışma dolu bir hayat işte.
O yönetim kurulu başkanını pek makamında göremezsiniz.
Bazen bir yakınının hastalığı için poliklinikte.
Bazen bir dostu için doktorlarının yanında.
Bazen dostlarını ağırlamak için hastane önündeki küçük lokantada.
Abi -kardeşlerin en büyük mutlulukları ise torunları.
Muzaffer Keskiner’in kızı Ezgi beyin doktoru, oğlu Umutcan mühendis.
Zafer Keskiner’in kızı Dilara üniversiteyi bitirip Korkut Özal Ailesinin,
Torunu Taha’ya âşık olup güzel bir evliliğe, sonrasında da ikiz kız ve erkek evlat sahibi olmuş.
Oğul Onur ise ABD’de, ülkemizin yüz akı.
Orada ekonomi doçenti olmuş Amerikalılara EKONOMİYİ öğretiyor.
Yani Zafer ile Muzaffer’in ikişer tane muhteşem eğlenceleri var torunları.
Onları gördüklerinde akan sular duruyor.
Dede,dede,dedecik nidası ile peşlerinden koşmalarının dayanılmaz güzelliğini yaşıyorlar.
Bekir Dede bu süreci yaşayamamış.
Çalıştığı fabrika kaynaklı bir hastalıktan erken göçmüş.
Anneleri Dilber ise torunlarını görmüş 90 küsurlu yaşlarda emanetini Tanrı’ya teslim etmiş.
İRONİK BİR ANEKTOT

Muzaffer Keskiner’in iş yoğunluğu anneciği ile fazla vakit geçirmesine biraz sekte vurmuş.
Anne daha çok Zafer ile birlikte oluyormuş.
Herkes gibi de ölümden biraz fazla korkuyormuş.
Hastalandığı bir sırada oğluna seslenmiş;
“Evlat şu Azrail geldiğinde onunla, canımı almaması için
Benim için pazarlık eder misin?
Zafer biraz da esprili bir tip;
“Tabii anne hiç merak etme, Azrail’e kat, yat, yazlık veririz vazgeçiririz.
Sen hiç merak etme”demiş.
Özetle dostlar.
Keskiner Ailesinin yaşam mücadelesi,
Her TÜRK insanına örnek olacak müthiş bir süreç.
Ve her filmde mutlu son olmaz.
Ama bu film mutlu bitmiş.
Eminim babacık Bekir ile Annecik Dilber ebedi hayatlarında,
Oğullarını ve de torunlarını yukarıdan izleyip daha da mutlu oluyorlardı.
Bu yazıdan çıkarılacak özne.
Ülkemizde Zafer ile Muzaffer’lerin çoğalmasıdır.