Beklenen oldu... Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş, hafta içinde Türkiye Futbol Federasyonu ile yaptığı gizli anlaşmayı, attığı imza ile resmileştirdi... O, artık Ay-Yıldızlı takımımızın teknik patronu... Bu imza, son yılların en sihirli, en büyülü, en gerekli ve birçok noktada en hayırlı imzadır... Beşiktaş’ın başında o kadar çok zaman geçirdi ki, artık Beşiktaş ondan, O Beşiktaş’tan bıktı... Olmuyordu... İte kaka bile gitmiyordu Güneş ile Beşiktaş’ın ilişkisi... Yıllardır süren yapıştırıcı; bıkkınlık ve doygunluk yüzünden aradan kalkınca, Beşiktaş bu yıl şampiyonluk umutlarını bile neredeyse sıfırlayacak noktaya geldi... Beşiktaş’ın yüksek maliyetli ve kaliteli kadrosu, çok daha iyi bir teknik yönetim ile, bu sezona bile imza atabilecek krattaydı... Ama Şeonl Güneş’in bu takıma duyduğu açlık, inanç ve hırs, akılalmaz biçimde tükenmişti zaten... Bunun ilk sinyalleri, sezon başında bile vardı... O zaman da bunu yazma gereği duymuştum... Beşiktaş, başarıya daha aç, kendisiyle ahbap-çavuş ilişkisine henüz girmemiş yeni bir teknik adamla gelecek sezonun en flaş takımı olmaya daha şimdiden adaydır... Beşiktaş açısından bu imzanın sihri böyle... Şenol Güneş için de bir sihir barındırıyor attığı o son imza... O da yaşı oldukça ilerlemiş bir teknik adam olarak edindiği bilgi, deneyim ve birikimi puana ve başarıya çevirecek yeni bir heyecana, yeni bir organizasyona ihtiyaç duyuyor kuşkusuz... İşte Milli Takım, bu heyecanı Şenol Güneş’e kesinlikle verecek ve Güneş de yeniden doğuşun coşkusunu yakalayacaktır... Milli Takımımız için de gerekli bir sihir bu... Çünkü, bizi hiç ama hiç ellemeyen ellere terk edilmiş bir Milli Takım, gördük ki, ne seçilen kadro olarak umut verdi ne aldığı sonuçlarla bu ulusa bir heyecan kattı... Yeni bir hedefe koşarken, Milli Takımımız’ın da bir reorganizasyona, bir heyecanlı yeni teknik kana ihtiyacı var kuşkusuz... Şenol Güneş ile Milli Takımımız’ın o eski şahlanmış günlerine yeniden dönmesi hiç zor olmayacaktır... Görüyorsunuz değil mi; bir imzanın kaç açıdan kaç yarar barındırdığını... Bu imzaya “sihirli” denmez de ne denir Allah aşkına!...

TFF’ye, ‘KİM’ değil... ‘NASIL’ biri!..

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı da, beklendiği gibi istifasını verdi... Oturduğu koltuğun anlamını, değerini, kutsiyetini bilmeden ya da farkına varmadan gidip de şans oyunları ihalesine giren bir federasyon başkanı, dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur, dünya durdukça da olmayacaktır... Yaşanan şey, o denli maddi, o denli ayıp, o denli gereksiz çünkü... Bu istifa ile gördük ki, Demirören zaten TFF Başkanlığı’na asla hizmet aşkıyla gelmemiş... Bu aşkı duyan biri, ne o ihaleye girer ne o şans oyunlarından kazanacağı paraya göz diker ne de bu amaç yüzünden o önemli koltuktan kalkardı... İşte yazımızın başlığını da, olaya bu perspektiften baktığımız için attık... Dünyanın 4. büyük sanayisi haline gelmiş futbolda, ülkemizde de dönen paralar, dudak uçuklatacak kadar büyük. Milyar eurolarla borçlanmış kulüplerimiz, Avrupa’nın huzur evine ihtiyaç duyan futbolcularının sadece büyük paralar için yerleştiği bu topraklar, futbolumuzun biraz daha ciddiye alınması gerektiğini çoktan hak ediyor... Ama Beşiktaş’taki başkanlık başarısına (!) bir de amaçsız TFF başkanlığını ekleyen kişi aynı kişiyse, ben Türk futbolundan da umudu keserim doğrusu... O yüzden, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlık koltuğuna Futbolda, Süper Lig’i bile halledemediğimizden, daha altlara bakamıyoruz... Ne Federasyon bakabiliyor, ne yan kuruları, ne basın ne futbolseverler... Oysa, futbolun kökleri çok derinde bu ülkede... Profesyonel liglerin altı var... Asıl aşkın, asıl tutkunun, asıl sevdanın yaşandığı futbolun çooook alt katları... Bayanlar futbol ligi de öylesine gözden ırak... İşte o lig, geçtiğimiz hafta, zamansız, gereksiz ve herkesi şok eden bir kayıp yaşadı... Manisa Celal Bayar Üniversitesi Spor Öğretmenliği Bölümü’nde son sınıf öğrencisi olan, daha önce Manisa ‘kimin’ oturacağından daha önemli bir sorunumuz var bizim... Asıl merak etmemiz gereken, o koltuğu ‘nasıl’ birinin oturacağı olmalı... Çünkü, futbolumuzu iyi yönetemediğimiz, hem iç bünyesindeki hakemlik müessesesinden hem milli takımımız’ın seyr-ü seferinden hem de kulüplerimizin içine düştüğü darboğazdan çok net olarak görülüyor... Türk futboluna yeni bir başkan seçerken, adayda dikkat etmemiz özellikler olmalı... - Tarafsızlığına inanılan biri olmalı... - Toplumda saygı hak etmiş biri olmalı... - O koltuğun önemini bilecek bilgi ve eğitim birikimine sahip olmalı... -Ayrıştırıcı değil, tutkal olmalı... - Tüm kulüplerimizin ikbalini, o kulüpleri yönetiyormuş gibi düşünmeli... - O koltuktan menfaat beklememeli... - Ekip çalışmasına inanan iyi bir yönetici olmalı... Haa, bunları bünyesinde barındırmayan bir isim gelir de Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlık Koltuğu’na oturursa, gelecek seneki ihalede, ya da benzer bir ekonomik hesapta, o Türk futbolunun uzun süreli yöneticilere ihtiyacı vardır... Her alanda saha başarısında da, geleceğe bakışımızın umutla dolu olmasında da bunun çok önemi var çünkü...

Bir ÖZGE KANBAY vardı. Bilmezsiniz!..

Esnaf Gençlikspor’da futbol oynamış, ardından hakemliğe gönül vermiş 22 yaşındaki tazecik bir kızımız yakalandığı amansız hastalığa yenik düştü... Futbolun o alt katları, böylesine bir acıyı yaşadı, paylaştı.... Özge Kanbay, iyi kalbi, güzel yüzü, sahadaki duruşu ve hakemliğin tartışıldığı Süper Lig hakemlerimize inat, sahadaki yönetimiyle başarılı bir isimdi... Artık yok... Hayatının baharında toprağa verdiğimiz Özge’yi bu ülkede hiç hatırlamayanlara inat, hiç unutmayanlar da var... Hani... Siz de bilin istedim...