EZANLAR, genel anlamda tüm İslam alemin'in ortak şiarıdır. Belirli bir millete ait değildir. O, bütün hamd ve övgülerin sadece kendisine ait olduğu, alemlerin Rabb'i Yüce Allah'ın, sadık bir rüya ile kullarına ikram ettiği ilahî armağandır. O'nun kulları olarak, yaratılan bütün insanlığa ve kainata Hakk'ın büyüklüğünü, hakikatın üstünlüğünü ilandır. Tüm kainata bir fermandır. Bu itibarla ezan, bir kavmin veya herhangi bir ırkın değil İslâm'ın şeairindendir.Kur'ân'da şeaire saygının takvadan kaynaklandığı ve yine takvayı beslediği de beyan edilmektedir: ''..kim Allah'ın şeairine, hürmetli kıldığı alametlere saygı gösterirse şüphesiz o saygı duyma, kalplerin takvasındandır; gönülleri kötülükten himaye edip koruyan sebeplerdendir.'' Bunun için ezan, takvanın kaleleri mabetlere en mükemmel ve tam davettir. Ona saygı, ona sevgi, ona ilgi kalplerin takvasındandır.

Ezan, fıtratımızın sesidir.

Ezan, kainatin ve içindeki herşeyin öz sesi..Fitratın sesi soluğu.. Varlığın bağrından kopup gelen cihanşümul ulvi bir musiki. O, yüce hakikatlerin nur oluğu.. İnsanlığın ortak paydası.. İnsanlığın en has ve en halis hususi sesi. Arif Nihat'ın ifadesiyle, Hz. Adem'le başlayan, devirlerden ve diyarlardan kopup gelen, minarelerden göklere yankılanan ve mavi göklerde buluşan ulvi ses. Hakıkatın en gür ve en muhrik sedası.

Halide Nusret Zorlutuna ise, ''Beykoz'dan Bir Bakış'' şiirinde her yere ve her şeye sinen bu tekbir seslerini şöyle tasvir etmektedir:

''Tekbir sesi denizinde, dağında;

Karanlıklar yok oluyor ağında.

Fatih Sultan'ımın bahar çağında

Dünyaya açtığı çağ ayrı bir güzel.''

Müslüman ocağı yurdum,

Ana dolu...

Feyzi Halıcı da minarelerin ve ezanların nasıl bizim cadde ve sokaklarımızın ayrılmaz bir parçası ve güzelliği olduğunu ''İstanbul Caddesi'' adlı şiirinde şöyle ifade etmektedir:

''Bu cadde İstanbul Caddesi,

Aziziye minaresinde çifte ezan''

Allah rahmet eylesin, Ali Ulvi Kurucu'nun bir ifadesiyle; ''İstanbul, kubbeler şehridir.'' Sadece İstanbul mu? Hayır. Baştan aşağı bizim medeniyetimiz bir mabet medeniyetidir:

''Kubbeler şehrine daldıkça, gönül vecde gelir,

Mahyalardan yayılan ufka: Fetih ayetidir.

Ufku bir dağ gibi yardıkça: Süleymaniye,

Şanlı mazileri aksettiriyor, atiye!''

Merhum M. Akif'te şöyle seslenir:

''Bu Ezanlar ki şehadetlerin dinin temeli. Ebedi yurdumun üstünde inlemeli.''

Evet, İstanbul sadece manzarası, boğazı, halici, ile değil, minarelerinden arşa yükselen ezanlarıyla da güzel. Sutanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih ve Yeni Cami de okunan ezanlar, hasta gönüllerimizi tedavi etmektedir. İstanbul ezanlarına sadece müslümanlar değil, yutdışından gelen turistlerde dinliyor, hayranlıklarını gizlyemiyorlar. Hele hele Nurosmaniye ve Çemberlitaş minarelerinden yükselen karşılıklı okunan ezanları hiç dinlediniz mi...?

O ezanları dinleyenler adeta kendinden geçiyor, başka dünyalara dalıyor, o ezanların bitmesini istemiyor. Meşhur bir söz vardır: ''Kur'an-ı Kerim, Mekkede indi, İstanbulda yazıldı, Mısırda okundu''.

Bu deyişe ben birilave yapmak istiyorum: ''Kur'an-ı Kerim Mekkede indi, İstanbulda hem yazıldı hemde okundu.''

Tüm dünya müslümanları da bunu iyi biliyor ki, dünyada Türk Milleti kadar Kur'an'a saygılı ve hafız, Kurra yetiştiren bir ülkeye rastlayamazsın.

Diyanette görevli iken, Kafile Başkanı olarak, kara yolundan hac yolculuğumuz da Bağdatta İmamı Azam Ebi Hanife Camii önünde otobüsleri eğledik ve hacı adaylarımıza istirahat verdik. Bu arada hanım hacı adaylarının elinde Kur'an-ı Kerimi okurken gören Iraklılar, Türkiyede hanımların bile Kur'an okmasına hayret ederek,''İlk defa Türk hanımların'dan Kur'an okuyanları gördük',' dediler ve hacı adaylarımızı evlerine götürerek ziyafet ve ikramda bulundular.''

Daha nice misaller var ki, evinin penceresinden ezanı dinleyerek, Rahmanın hidayetine kavuşanların sayısıda yüksektir.

Rabbimizden, minarelerimizden ezan seslerinin dinmemesini niyaz ederiz.