KİŞİLERİN kimliklerine sahip çıkmaması hali beni çok üzüyor. Hayatım boyunca kamuoyunca bilinen kimliği ile taban tabana ters hareketlerde bulunan insanlar için çok üzülürüm. Ahlaki noksanlık, şeytana ve nefse mağlup olunan kimi zamanlar vardır insan hayatında. Bu değil üzüldüğüm. Türk oğlu Türk olarak tanınan, bir kimlik ve kişilik ortaya koymuş adamın her alanda, her konuda Türk olmasını beklerim. Mertlik, yiğitlik, vatanperverlik, milli hassasiyet olmazsa olmaz. Tam da böyle adamların kimilerinin batı hayranı, batı uşağı olduğunu gördüğümde çok üzülüyorum. Türk diliyle ilgili, Türkçe ile ilgili bir duyarlık sahibi olmasını beklediğim bu insanların ha bire firenkçe kelime konuşmasına çok üzülürüm. Binalarına, işyerlerine yabancı kelimeleri isim olarak vermelerine de çok üzülürüm.

Kimi insanlar dini hayatlarında öne alırlar. Bu insanlara dindar insan denilir. Müslüman denildiğinde göz önüne gelen bir kişilik var. Mümkün olduğunca dini hayatlarında haakim kılmaya çaba harcarlar. Çok eskiden, ta benim çocuk olduğum günlerden bazı anımsamalar yapalım. Çeşit çeşit Müslüman, dindar vardı. Şimdi de öyle ya. Kimi dindarlar ahlak kahramanıydı, fazilet her hallerinden süzülürdü. Fedakeardılar. Başkalarının saadeti için yapmayacakları fedakearlık yoktu. Yeter ki bir genç iman dairesine girsin. Başka bir öbek Müslüman da vardı. Devletle çekişme halindeydiler. Devlete kazık atmanın hazzını yaşarlardı. Toplu ulaşım araçlarına parasız-biletsiz binmek yapabildikleri en yaygın eylemdi. Bunlar dini öne alan bir siyasi partinin taraftarlarıydı. Bir başka Müslüman öbek daha vardı. Yahudilere düşman, biraz milli biraz dini düşünceleri vardı.

Üç ayrı damardan Müslümanlar bir arada yaşıyor ve birbirlerine kimi zaman düşman, çoğu zaman dost yaşarlardı. Sonra bu üç öbek ve daha başkaları devlet imkanlarına kavuştular. Artık bir devlet memuriyetleri, maaşları, oturdukları masaları vardı. İyi bir gelişmeydi. Ama ben çok üzüldüm. Para kazanan her öbekten Müslümanların adım adım şirretleştiği, cüretkear olduğunu, hatta giderek terbiyesiz olduğunu izledim. Sonra bu insanların hepsi gücün potasında kendilerine yer buldular. Ellerine geçen devlet olanaklarını kaybetmemek ve giderek artırmak için yalan söylediklerini izledim. Çok üzüldüm. Yalan söyleyen insanı anında algılarım. Yalan doğurgandır. Ona inanmadığımı gördükçe ilk yalanını desteklemek için yeni yalanlar söylediler.

Ayrı damardan gelen Müslümanlar sivil toplum kuruluşlarıyla, tarikatlarıyla, kurum ve kuruluşlarıyla dine hizmet ettiklerini iddia ederek halktan da devletten de para aldılar. Birbirleriyle de kıyasıya çekiştiler. Birbirini Müslüman saymadılar. Dindar insanların dünya nimeti peşinde küçüldüklerini, riyakear, iki yüzlü, çıkarcı oldular. Gayri meşru yollarla para elde ederek o parayla dine hizmet ettiklerini iddia ettiler. Halbuki helal bir hedefe helal vasıtalarla ulaşılmalıdır.Bunun için adaletten, vicdandan uzaklaştığını görerek üzüldüm.

Yeri geldi siyasi mahfillerde yeni siyasetler belirlendi. ‘Mehmet Akif ile Said Nursi iyi Müslüman değildi. Çünki . Abdülhamid’i tenkit etti!’ görüşlerinin halk nezdinde yayılması istendi. Bir başka gün diplomanın önemi olmadığı, peygamberlerin, çobanların, yönetenlerin çoğunun yüksek diploması olmadığı konu edildi halk arasında. Yeni puroje ise cami eksenli toplum hayatı olarak halk arasında tanıtım yapılıyor. Bu siyasetler başarılı bir şekilde halka sunuluyor ama getirisi-götürüsü çok da hesaplanmıyor. Cami eksenli toplum purojesi üstüne titrediğimiz camiye, okula, kışlaya siyaset girmesin kuralımızı ortadan kaldırıyor. Zaten kışla ve okulun da hatta başka devlet organlarının da siyasi purojelerle şekle sokulduğu belli oluyor. Üzüldüm, üzülüyorum. Müslüman, dindar insan ahlak ve faziletten uzaklaştığında çok üzülüyorum.