HİÇBİR itirazımız olamaz... İkinci 100 günlük eylem planı için ortaya çıkan her konu başlığı ihtiyaçtır, gereklidir. Teşekkür de edilmelidir. GÖKBEY mutlaka duygularımızı okşamıştır. Beklentilerin yüksek olduğu bir dönemdeyiz. Alt ve üst yapı yatırımları, geleceğe dönük planlamalar, taslak projeler, eğitim, sağlık, savunma gibi acil ihtiyaçlar için atılımlar mutlaka hoşa gidecek çalışmalardır. Önümüzdeki seçim dönemi nedeniyle daha da projeler duyacak, yatırımlara tanık olacağız.

Önceki gün Sağlık Bakanlığı’nın 31 bin 500 personel alımı haberi işsiz gençlerin iştahını kabartırken, öğretmen alımı, polis teşkilatına katılımlar gibi istihdama yönelik duyurulur pembe hayalleri daha da renklendiriyor. Her söylem güzel, hoş ve mutluluk verici niteliğinde. İtiraz, eleştiri olabilir mi? Ammmaaa...

Soğan, patates 5 lira sınırında. Elektrikte yüzde 50 vergi yükü var. Doğalgaz almaya ve yakmaya güç yetmiyor. Akaryakıttan yakınmayan yok. Dolar 5.40 duvarında, tekrar atak halinde. Raflarda ana tüketim mallarında fiyat artışı durmak bilmiyor. Hayat pahalı. Geçinmek zor. Havalar iyice soğumaya başladı. Zorlukları bir tık yükselten nedenlerden biri bunlar. Önümüzde gerekli ama çok zor 3’üncü Suriye harekatı var. 

İktidara çıtayı gösterdi

Böyle bir ortamda asgari ücret görüşmelerinin ikinci raundu da gerçekleşti. Türk İş Başkanı Ergün Atalay önce açtı ağzını yumdu gözünü. Sonra ‘sarı yelekliler özentiliği’ bloğuna çarptı ve hedef oldu. Kemal Kılıçdaroğlu partili çalışanlara 2 bin 200 TL net asgari ücret müjdesini vererek iktidara çıtasını gösterdi ve pazarlıkları bozdu. Tamam bu asgari ücretle geçinmek çok zor. Ancak bu ekonomik krizde, konkordatoların peş peşe sıraya girdiği günümüzde işverenin durumu da zor. İşçiden daha çok işveren duyarlı, asgari ücret tespit komisyonunun vereceği karara. Ocak ayı itibarıyla vergi ve kıymetli evraklara gelecek zamları hesaba bile katmıyoruz. İş arayan yoğun kalabalık çare de arıyor.

Genç, emekli, orta yaşlı insanlar iş kapısı önünde kuyruk oluşturuyor. Özellikle Suriyeli, Afgan, Kırgız, Özbek, Gürcü ve Irak gibi ülkelerden gelen göçmenler karın tokluğuna vesikasız iş bulabiliyor. Bu durum çoban, amele, hamal, çay, fındık ve pamuk gibi sektörlerdeki işçilerin, yani yerli istihdamın önünü tıkıyor. Çünkü vergi, sigorta ve resmi prosedür yok. Düşük ücret, işveren için de avantaj. Karın tokluğuna çalışan göçmen için de... Ancak bu durum hem zorunlu iş kapılarının kapanmasına önemli bir neden oluyor. Yatacak yer ve yemek karşılığında bile çalışanlar var göçmenler arasında.

Dalgınlık olabililir

Asgari ücret için ortalama bir yaptırım öncelikli ve şart gibi görünüyor. Yani vergilendirme sorununa çare gerekiyor. Tüm bunlar ikinci 100 günlük eylem tanıtımı ile birlikte ele alındığında farklı iki manzara ortaya çıkartıyor. Ortada hem büyük bir memnuniyet var ülke kalkınmasıyla ilgili hem de büyük karamsarlıklar var günlük yaşam ihtiyaçları için. Gelişmeye, yeniliklere eyvallah. Ama iyileştirme, kolaylıklar ve zoru aşma girişimlerine daha çok ihtiyaç var görünüyor. Hasta olup hastaneye giderek sağlığa tekrar kavuşmaktansa hasta olmamak daha öncelikli.

Düşünmekten, çaresizlikten, ruhi sorunların ortaya çıkmasından kaynaklanan rahatsızlıklardan oluşan açmazları çözer hale gelmemiz şart önceliği durumunda. Böylesine bir ülkede, hayatımızı, ulaşımımızı kolaylaştıran hızlı trenin sabahın 6’sında kafa kafaya çarpışarak faciaya neden olmasının sebebi böyle bir ruh hali olabilir mi? Modern, teknik, sıfır hata riskli makinalar çarpışıyorsa, mutlaka birey kusuru olacaktır. Birey tecrübesiz mi? Hayır. Yetersiz mi? Hayır. Öyleyse görevi ihmal, unutkanlık veya dalgınlık olabilir. Peki neden? Bu soruya ve daha çoook nedenlere cevap bulmak gerekiyor. Varlık içinde yokluk çekmek çok anlaşılır gibi gelmiyor. Hele hele sinyalizasyon olmayışı veya arızası gibi bir neden hiç aklımıza bile gelmiyor!