Dr. Necmettin Acar, ABD, Suudi Arabistan ve İran ekseninde Körfez'de yaşanan istikrarsızlıklara dair değerlendirmeyi AA için kaleme aldı.

***

Kasım ayının ilk günü Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal’ın ortaya attığı bir iddia, Basra Körfezi bölgesinde yeni bir gerilimin ilk işaretlerini ortaya koydu. Gazetenin iddiasına göre, ABD’li ve Suudi yetkililer, dikkati ülke içindeki protestolardan başka yere çekmek için İran'ın, Suudi Arabistan ve ABD’nin bölgedeki bazı üslerine yakın zamanda saldırı düzenleyebileceğini ifade ettiler.[1]. Yine gazeteye göre, Suudi yetkililer bu saldırı istihbaratını ABD ile paylaştılar. Bu iddialar üzerine hem bölgedeki ABD silahlı unsurlarının hem de Suudi güvenlik kuvvetlerinin teyakkuza geçtiği bildirildi. Aynı zamanda 1 Kasım’da Cezayir’de düzenlenecek Arap Birliği toplantısına Muhammed bin Selman’ın sağlık sorunları gerekçesiyle katılmamış olması da bu istihbaratın Riyad cephesinde ciddiyetle ele alındığı izlenimini oluşturuyor.

2022'nin başından itibaren ABD-Suudi Arabistan hattında, Riyad’ın takip ettiği enerji politikaları sebebiyle yaşanan ciddi gerilim, yaklaşan ABD ara seçimleri, İran içerisinde yoğunlaşarak devam eden protestolar ve İran’ın Rusya-Ukrayna savaşında oynadığı rol sebebiyle dikkatleri yeniden üzerine çekmiş olması gibi bazı gelişmelere ilaveten ortaya atılan son istihbarat raporları Körfez’de yeni bir gerilim fırtınasını haber veriyor.

ABD-Suudi geriliminin kökenleri

Küresel enerji piyasalarında Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte arz yönünde ortaya çıkan daralma, dikkatlerin yeniden Suudi Arabistan'a çevrilmesine yol açtı

Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna savaşının küresel düzeyde ortaya çıkardığı en önemli sorunlardan birisi enerji güvenliği alanında. Dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerine sahip, en büyük doğal gaz üreticisi ve en büyük ikinci petrol üreticisi olan Rusya’nın savaşın taraflarından biri olması ve Rusya’yı yıpratmak için enerji ihracatına yönelik yaptırımların uygulanması küresel ölçekte enerji arzında bir kıtlığa yol açtı. Küresel enerji piyasalarında arz yönünde ortaya çıkan bu daralma, dikkatlerin yeniden Suudi Arabistan'a çevrilmesine yol açtı.

Çünkü son aylarda yaşadığımız bu enerji arzı kıtlığı dünyanın ilk kez karşı karşıya kaldığı bir durum değildi. 1979 İran Devrimi, 1980-1988 döneminde yaşanan İran-Irak savaşı ve 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali gibi olaylarda önemli petrol üreticisi ülkeler üretim kesintilerine gidince küresel ölçekte ciddi bir arz kıtlığı ortaya çıkmıştı. Ancak bugüne kadar küresel ölçekte ne zaman bir arz kıtlığı ortaya çıksa Suudiler, üretimi artırarak oluşan arz açığını telafi etmişler ve fiyatların dengede kalmasını sağlamışlardı. Bu yüzden Suudi Arabistan’a küresel enerji piyasasının “denge sağlayıcısı” (swing producer) deniliyor.

Riyad yönetiminin, son elli yıldan beridir takip edilen bu enerji politikasını 2020'nin başından itibaren terk ettiği görülüyor. Suudilerin geçmişte sürdürdüğü bu denge politikasını terk etmesiyle küresel ölçekte enerji fiyatlarında sert dalgalanmalar yaşanmaya başladı. Nisan 2020’de petrol fiyatlarının tarihinde ilk defa “eksiye” düşmesi [2] ve 2022 yılı başlarından itibaren oldukça yüksek seyretmesi piyasadaki dengesizliğin boyutunu göstermesi açısından önemli. 1973 yılındaki petrol ambargosunu saymazsak, enerji tarihi boyunca bir yıl gibi kısa bir sürede fiyatlarda bu kadar sert bir hareketin ortaya çıktığı görülmemiştir.

ABD, İran ve Suudi Arabistan'ın, Körfez'de gerilimin yükselmesini kendi çıkarlarını geliştirmek için bir fırsat olarak gördüğünü söyleyebiliriz

ABD yönetiminin son dönemde enerji fiyatlarındaki istikrar konusunda son derece hassas olduğu bilinen bir gerçek. Çünkü enerji kaynaklı fiyat istikrarsızlığı Kasım 2020’deki ABD genel seçimlerinin sonuçlarını belirgin bir biçimde etkilemişti. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan ara seçimlerin de enerji kaynaklı fiyat istikrarsızlığından etkileneceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu yüzden son dönemde Washington’daki üst düzey yetkililer, piyasadaki istikrarsızlığın sebebi olarak gördükleri Riyad yönetimine yönelik tehdit içeren açıklamaların dozunu artırıyorlar.

Küresel ölçekte yaşanan arz kıtlığına rağmen son OPEC+ toplantısında 2 milyon varillik bir üretim kesintisi kararı çıkmış olması da ABD-Riyad hattındaki gerilimi tırmandırdı. Ancak bugün geldiğimiz nokta itibarıyla iki ülke arasında tırmanan gerilimin Suudi güvenliği ve ABD’nin Orta Doğu bölgesine sağladığı güvenlik garantileriyle yakından alakası bulunuyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz dönemde enerji politikaları üzerinden yürüyen ama kökleri daha derinde olan bir ABD-Suudi geriliminin yaşandığını söyleyebiliriz.

Bugün Riyad yönetimi, Orta Doğu bölgesinin ABD dış ve güvenlik politikasındaki önceliğinin sonlanmasını, ABD’nin Riyad’ın toprak bütünlüğüne ve rejim güvenliğine yönelik İkinci Dünya Savaşı'ndan beri sağlamayı taahhüt ettiği güvenlik garantilerinin azalmasını kabullenemiyor. Enerji güvenliği üzerinde yürüyen ABD-Riyad gerilimi aslında Riyad’ın algıladığı bu güvensizlikten duyduğu rahatsızlığa petrol politikası üzerinden cevap üretmesiyle alakalı. Riyad yönetimi son dönemde takip ettiği petrol politikasıyla enerji güvenliği üzerinden ABD’ye stratejik önemini hatırlatıyor. Muhammed bin Selman, enerji silahını kullanarak dedesi Abdülaziz bin Suud’un ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ile 1945 yılında imzaladığı “petrol karşılığı güvenlik anlaşmasının" bir benzerini bugünkü ABD yönetimiyle imzalamaya çalışıyor.

ABD-Riyad gerilimine ilaveten Suudi iç siyasetinde de önemli bir gerilim havası oluşmaya başladı. Özellikle Muhammed bin Selman’ın reform adı altında ülkede giriştiği bazı icraatlar, ülkedeki en geniş kesimi teşkil eden muhafazakar Suudilerin ciddi tepkisini çekiyor [3] ve rejime yönelik yeni bir muhalefetin örgütlenmesine yol açıyor. Örneğin, geçtiğimiz günlerde düzenlenen “Cadılar Bayramı” etkinliğine Riyad’da binlerce kişinin katılmış olması reformlara ve yönetime karşı eleştirinin dozunun artmasına yol açtı.

Körfez’deki gerilim işaretlerinin olası sonuçları

Son dönemde Joe Biden yönetimi Riyad üzerindeki baskısını artırmak suretiyle Suudi petrol politikasında üretim artışına yönelik bir gevşemeyi sağlamak için çok büyük çabalar sarf etti. Hatta Biden’ın temmuzda Riyad’a düzenlediği tartışmalı ziyaretin temel amacı ABD ara seçimleri öncesi petrol üretiminin artırılmasına yönelik bir anlaşmaya varmaktı. Bu ziyareti takiben kısa bir süre sonra OPEC+ toplantısında Riyad öncülüğünde varılan üretim kesintisi kararı Biden’ın Riyad’ı ikna etmekte başarısız olduğunu ortaya koyuyor.

İran kaynaklı saldırı ihtimaline yönelik istihbaratın, bölgede gerilimin dozunun yükselmesine ve Riyad’ın güvenlik endişelerinin artmasına yol açacağı kesin. Çünkü Eylül 2019 tarihinde Suudi ARAMCO tesislerine yönelik İran kaynaklı olduğu iddia edilen saldırılar, Suudilerin günlük 5,7 milyon varillik üretiminin devre dışı kalmasına yol açarak ülke ekonomisine milyarlarca dolar zarar vermişti.

ABD yönetimi, Riyad’ın güvenlik endişelerinin artmasını büyük bir memnuniyetle karşılayacaktır. Çünkü kendi güvenliği için ABD’nin yardımına ihtiyaç duyan Riyad yönetiminin ABD’nin talepleri karşısında güçlü bir direnç göstermesi pek mümkün değil. Aynı zamanda bu tehdit bir yönüyle Riyad-Washington ilişkilerinin test edilmesi anlamına da geliyor. Bu testin sonucu, hem Riyad hem de Tahran tarafından merak ediliyor. ABD cenahından yapılan açıklamalar Washington’ın en azından şimdilik Suudilerin savunmasını önemsediklerini ortaya koyuyor.

ABD yönetimi bu saldırı istihbaratını, Rusya-Ukrayna savaşının başlarından beri Rusya’ya yönelik desteğini açıklamaktan çekinmeyen hatta insansız hava aracı ve füze teknolojisini Ruslarla paylaşan İran’ı baskılamak için bir fırsat olarak da görüyor. İçeride rejim karşıtı eğilimlerin arttığı bir atmosferde ABD’nin İran’ı sıkıştırmaya dönük politikası İranlı muhaliflere destek olarak da yorumlanabilir.

İran açısından ise bölgedeki gerilimin ülkedeki sokak gösterilerinin yabancı güçlerin ülke iç işlerine müdahalesi olarak çerçevelenmesi için önemli bir fırsat olduğu söylenebilir. Zaten gösterilerin başlangıcından beri Tahran yönetimi İran halkının yabancı güçler tarafından provoke edildiğini savunmaktaydı. Üst düzey İranlı yetkililer bir süredir Riyad’ın İran içişlerine müdahalede bulunduğunu söyleyerek Riyad’ı açıktan tehdit ediyorlardı.

İran kaynaklı bir saldırı ihtimali, ne zaman içeride bir sorunla karşılaşsa, “Şii tehdidini” abartarak muhalefeti yatıştırmayı başaran Riyad açısından da bir fırsat olarak duruyor. Bu sayede Suudi muhalefeti rejime yönelik muhalefetin dozunu düşürmekte hatta yönetim etrafında kenetlenmektedir. Dolayısıyla bölgede artan gerilim Suudi iç siyasetinde rejim etrafındaki kenetlenmeyi artıracaktır.

Son dönemde Körfez bölgesinde yeni bir gerilim fırtınası ile karşı karşıyayız. Gerilimin fitilini ateşleyen gelişme ise İran’ın, Suudi Arabistan veya Irak’taki önemli üslere yönelik saldırı yapacağına dair istihbarat olmuştur. ABD, İran ve Suudi tarafının bu gerilimi kendi çıkarlarını genişletmek için bir fırsat olarak gördüğü, Körfez’de gerilimin yükselmesinden bu üç aktörün de çok fazla rahatsız olmadığı söylenebilir.

Editör: Haber Merkezi