Yunus’un nereli olduğu, nerede ve kimin yanında tahsil gördüğü, nerelerde bulunduğu hususlarında kesin bir malumat yoktur. Bu konulara ışık tutan tek belge “Bektaşi Velâyetnamesi'dir. Onun, Sivrihisar'ın yakınında bulunan Sarı köy’ de doğduğu Bektaşi geleneğinde yer almaktadır. Ancak Bolulu olduğu bildirilmiştir.
Buna göre Yunus Sivrihisar'a bağlı Sarıköy’ de veya Bolu’ya bağlı Sakarya suyu kenarındaki köylerden birinde yaşamış bir Türkmen köylüsüdür.
Yunus Emre bütün Anadolu halkınca ermiş bir kişi olarak benimsendiği için Bursa, Karaman, Keçiborlu, Aksaray, Sivas ve Sarı- köy gibi bir çok yerde birer mezarı bulunmaktadır. İslam aleminde, yalnız Yunus gibi öldükleri yer belli olmayanların değil, mezarları belli olan büyük zatların bile çeşitli mezar veya makamları bulunmaktadır. Müslüman halk, çevresinde kutsallığından istifade edilen büyük evliyanın bulunmasını arzu ettiği için İslâm aleminde halka mal olmuş kolektif şahsiyetlerin birden fazla mezar ve makamlarına rastlanmaktadır. Veysel-Karânî, Cafer-i Sâdık ve Selmân-i Fârisî bunlara örnek gösterilebilir. Kuşkusuz yurdun muhtelif yerlerindeki mezarlardan bir tanesi gerçektir; diğerleri makam durumundadır.
Anadolu’da Yunus Emre’ye nisbet edilen mezar ve makamların başlıcaları şunlardır:
Bursa: Bursa’da Çelebi Sultan Mehmet ile Emir Sultan arasındaki Şibli Mahallesinde Sadî tarikatından Abdurrezzak dergâhında Yunus Emre, Aşık Yunus ve Abdurrezzak adına Uç mezar ve bir kitabe mevcuttur. Kitabedeki beyitlerden, bu bir tamir kitabesi olduğu w “Ali Efendi” adında birinin bu üç makamı ihya ettiği anlaşılmaktadır. Kitabe şöyle;
Rağbet edip bu cayı ihyaya kıldı hikmet
Üçler makamın icra etti gören beğendi.
Evvelki Yunus Emre, Aşık Yunus ikinci
Üçüncü Abdürrezzak Uşşâk-ı serbülendî.
İlham oldu geldi bir zat dedi tarih,
Üç kabri kıldı mamur lillah Ali Efendi.
Manisa : Manisa'nın Kula ve Salihli ilçeleri arasında “Emre” adlı bir köyde kargir bir türbe bulunmaktadır. Türbe içinde Tapduk Emre ile çocuklarının, kapı eşiğinde ise Aşık Yunus'un mezarı bulunmaktadır. Bu makamın özelliği mezar taşlarının hiç birinde yazı olmayıp sadece Yunus’a ait mezarda bir balta resminin kazdı olmasıdır..
Erzurum : Palandöken dağlarının eteğindeki Dutçu Köyünde Tapduk Emre ile Yunus Emre’nin türbeleri vardır. Ancak burayı Yunus’un mezarı kabul etmek oldukça güçtür. Çünkü Tapduk’un münzevi yaşadığı, dolayısıyla buralara kadar gelmediği .bilindiği gibi, Yunus’un da buraya kadar geldiğine dair elimizde delil bulunmamaktadır
Keçiborlu: Bursa'lı Şeyh İsmail Hakkı’nın rivayetine göre, Yunus Emre ile şeyhi Tapduk’un ve Tapduk’un şeyhi Sinan’ın kabirleri Keçiborlu’ya yakın bir köydedir. Diğer tarihi kaynaklarda bulunmayan bu rivayet, oldukça ¡garip ve realiteye uygun değildir.
Sarıköy: Porsuk suyunun Sakarya suyuna karıştığı yerde, Ankara-Eskişehir de yolunun Sarıköy istasyonunda bulunan mezardır ki Yunus’a ait olduğu bildirilmiştir Fuat Köprülü, tamamen realiteye uygun olmamakla birlikte, diğer rivayetlere göre daha makbul gördüğü için bu son rivayeti tercih etmektedir(.
Karaman : Bütün bunlardan başka Yunus'un Larende’de bugünkü Karaman medfun olduğu ve orada kendisine ait bir zaviyesi bulunduğu, son mütevelli ve zâviyedarı Seyit Ali’nin çocuksuz olduğu için yerine Sofu zade İsmail’in tayin edilmesi için Larende kadısının sadarete başvurduğu, resmi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Resmi kayıtlarda yer alan bu işlemler 1135 ile 1175 H. yılları arasındadır, .
Yunus’un Sivrihisar'a bağlı Sarıköy ’de medfun olduğu kesin olmamakla beraber, eldeki vesikalara göre en doğru ve en kuvvetli İhtimal sayılabilir. Halk arasında yaşayan gelenek ve “Şakâyık-i Numaniye Tercümesi” ile “Nefehâtü’l-Üns” gibi bazı eski kaynaklar bunu takviye etmektedir. Nitekim Sarıköy ‘de bir anıt yapılmış ve
6 Mayıs 1949 yılında düzenlenen bir törenle Yunus’un kemikleri eski mezardan alınarak anıta nakledilmiştir. Fakat sonradan yine değiştirilmiş ve tren istasyonuna yakın bir yere nakledilmiştir .
Menkıbe, Yunus hakkında bir çok gerçeğin ipuçlarını vermektedir.
1-Her şeyden önce Yunus’un Hacı Bektaş’ın adamlarıyla görüşmüş olması, Hacı Bektaş’ın muasırı olmadığını, ancak onun halifeleri ve talebeleriyle görüştüğünü gösterir. Menkıbede Yunus’un pişmanlık duyduktan sonra Hacı Bektaş erenlerinin yolunu tutmaya yöneldiği, fakat iş işten geçtikten sonra Tapduk yoluna girdiği anlatılmaktadır. Anlaşıldığına göre Yunus Tapduk’u buluncaya kadar birçok dervişle dolaşmış, daha sonra aradığını bulmuştur.
Şeydi Balum ilinden, şeker akar dilinden
Dost bahçesi yolundan, eve dervişler geldi, beyitleri
menkıbenin bu bölümünü doğruladığı gibi,
Derviş Yunus gel imdi, ummanlara dal imdi.
Ummana dalmayınca, sen derviş olamazsın.
Şiiri de Yunus’un Tapduk’a varmakla Hacı Bektaş erenlerinden şahsiyetini koruduğunu ve onlardan ancak bilgi aldığını bildiriyor.
2- Yunus’un, Tapduk Emre’nin evinde kırk yıl kalmış olması bir çile dönemini ifade eder. Nitekim şiirlerinden de anlaşılacağı gibi, uzun zaman Allah yoluna erişmeye çalışmış, ancak Tapduk’u bulduktan sonra bu emeline muvaffak olmuştur. “Ben yürürüm ilden ile, şeyh sorarım dilden dile.
Gurbette halim kim bile, gel gör beni aşk neyledi. Ya elim al kaldır beni, ya vaslına erdir beni Çok ağlattın güldür beni, gel gör beni aşk neyledi.” beyitleri Yunus'un uzun bir arayış dönemi geçirdiğini ifade eder.
Niyaz-ı Mısrî, ehl-i tasavvuf arasında çok yaygın olan ve Yunus’a ait olduğu bildirilen "Çıktım erik dalına onda yedim üzümü" mısralarıyla başlayan manzumesini şerh ederken, Yunus’un uzun bir arayış döneminden sonra gerçek mürşidi bulduğunu ifade ederek şöyle der : “Yunus’un bu ¡beyitten maksadı, “Ben mürşitsiz olarak şeriat, tarikat ve hakikati ¡bulabilirim, kendi bildiğim gibi ‘indî olarak sülük edip Hakk’a vasıl olurum.” diye çalışanların hallerini temsil yoluyla beyan etmektir. Yani böyle yapan kimsenin durumu, hangi meyvenin hangi ağaçtan olduğunu bilmeyip, gönlü üzüm istediğinde erik ağacında biter zannıyla üzümü erik ağacında arayan, gönlü erik istediğinde ceviz ağacında ’biter diye ceviz ağacına çıkan şaşkın ve akılsız kimselerin durumuna benzer. Kör olan bir kimsenin bütün renkleri siyah görmesi gibi. Yunus bu hali kendi nefsine nisbet ediyor. Bir zamanlar o da böyle mürşitsiz çalışıp bir şey elde edemediğini görünce mürşit-i kamili bulmuştur”, .
Şu halde "40 yıl” tabiri uzun zamandan kinayedir, “Derviş olan kişiye dirlik gerektir . Varlığı elden koyup ere kulluk gerektir.” diyen Yunus için Tapduk’un kapısında kırk yıl beklemek uzun bir zaman sayılmaz. Hatta Yunus bu süreyi de az görerek ’bir ömür geçirmek gerektiğini vurgular :
Ol padişah ben kuluyum, dost bahçe bülbülüyem.
Ol hocamın bahçesinde şad olup ötmeye geldim.
Yunus eydür âşık oldum, maşuka derdinden öldüm.
Gerçek erin kapısında, ömrüm hare etmeye geldim, şeklindeki mısralar bunu doğrulamaktadır.
40 yıl odun taşımasına rağmen dergaha hiç eğri odun sokmaması, Tapduk’un şeyhlik ve irşat anlayışı ile şeyh-mürid münasebetleri hakkında fikir vermektedir. Yunus’un dergâha daima düz odun sokması, doğruluğunun ve şeriatın istediği istikamet yoluna ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Nitekim Yunus Divan’ında sık sık doğruluktan söz eder : “Manada getirmişler kardaştan yar yeğrektir. Oğuldan dahi tatlı eğer doğru yar ise.” diyerek doğru olmak kaydıyla dostluğun arkadaşlıktan, hatta evlattan daha tatlı olduğunu ifade eder. Bir diğer beytinde, "Gördün yarin eğridir, nen var ise ver kurtul” diyerek dostta eğrilik söz konusu olduğu takdirde ondan kurtulmak için her şeyi vermek gerektiğini beyan eder.
Dervişlik yolunun çok sarp ve yokuş olduğunu, sırat köprüsü gibi “laldan ince ve kılıçtan keskince” olduğunu, dost bulabilmek için tek çarenin doğruluk olduğunu ve doğru olanların Allah’ın sevgilisi olduğunu ifade eden Yunus,
Doğruluk mancınığın istiğfar taşıyla Doğru vardı atıldı, yıkıldı nefs kalesi.
diyerek, insanın en büyük düşmanı olan nefsin mağlup edilmesinin yolunu çok pratik bir şekilde göstermiştir. Buna göre, istiğfar taşını doğruluk mancınığın koyup nefse atan bir kimse nefis kalesini yıkmaya muvaffak olur. işte “40 yıl” hiç eğri odun getirmemek, ideal bir çizginin ifadesidir, Yunus’un anlattığı “insan-i kâmil” de, eğriliğin yeri yoktur.
Yunus’un şeyhi olan Tapduk Emre, Bektaşi menkıbesinden de anlaşılacağı gibi, 13. yüzyılda Anadolu’da yaşayan şeyhlerden biridir, Şakayık’ın tercümesine göre Sakarya çevresindeki bir köyde münzevi olarak yaşıyordu .
Tapduk hakkında fazla bir malumata sahip olamadığımız halde, Yunus’un ona atfettiği önemden dolayı onun büyük bir şahsiyet olduğunu anlıyoruz. Bir başka deyişle, 13, yüzyıldaki tasavvuf cereyanlarını esas alarak Yunus’u ele aldığımız zaman, Tapduk Emre’yi de çok yakından tanıma fırsatını elde ederiz.
Onun, Cengiz istilası üzerine Buhara'dan Anadolu'ya gelmiş olan Sinan Ata adlı bir Türk şeyhi tarafından irşat edildiğini kabul ettiğimiz takdirde, Yunus üzerindeki Yesevî tarikatının etkilerini de görmüş oluruz, özellikle Selçukluların çöküş zamanına rastlayan o devirde şeyhlerin halk üzerindeki etkileri fazlaydı. Bu itibarla Tapduk Emre'nin, Sakarya çevresinde büyük nüfuz kazanmış meşhur bir mutasavvıf olması icap eder.
Yunus’un divanında, Tapduk’a karşı beslediği derin saygı ve bağlılığı ifade eden parçalara rastlamaktayız. Aşağıdaki mısralar, “Tapduk” adının geçtiği yerlerden sadece bir kaçıdır :
Gel ey Yunus-i biçare, var derdime eyle çare
Gezin şöyle şardan şara, yoktur garip bencileyin.
mısraları, Yunus’un derviş olmak için bir çok yer dolaştığını gösterir. Derviş olmanın şartları anlatan manzumesinde, "çok kahırlar yutmak gerek” diyerek, ¡bu yolda çektiği çileye işaret eder.
Halk arasında yaygın, olan bir diğer menkıbeye göre, Yunus 40 yıl dolaştıktan sonra tekrar şeyhinin dergâhına dönmüş ve şeyhinin zevcesini bularak şeyhin kendi hakkındaki fikrini sormuş.
O da şöyle demiş : “Yarın sabah namazında şeyhin yolu üzerine uzan. Şeyh senin kim olduğunu bana soracak. Ben de “Yunus’tur” diyeceğim. Eğer “Bizim Yunus mu?” diye sorarsa, bu senin çilenin bittiğini ifade eder. Yunus ertesi sabah Ana Bacı’nın (Şeyhin zevcesi) nasihatıma uyarak yola uzanır. Şeyhi de : “Bizim Yunus mu?” diye sorunca, artık çile dönemini bitirdiğini anlayarak teşekkür için Şeyhin ayaklarına kapanır. İşte bugünden itibaren şiirlerini söylenmeye başlar (29).
Bu menkıbenin bir diğer ifade şekli de şudur : Tapduk Yunus’u bir kazana koyup kırk gün kaynattıktan sonra onu çıkarıp koklamış ve “Hâlâ dünya kokuyorsun.” demiştir.
Yunus’un şairliğini, şairliğinin değerini ve manevi yollardaki gereğini tasdik etmiş oluyor”.
Yunus da şeyhine şairliğini kabul ettirdikten sonradır ki onu halka anlatmaya başlamış ve halkı onun tarikatına çağırmıştır. Nitekim,
Vardığımız illere, şol sefa gönüllere
Halka Taptuk manisin saçtık elhamdülillah.
İndik Rum'u kışladık, çok hayr-u şer işledik
Üç bahar geçti geri göçtük elhamdülillah.
manzumesinde, şeyhini anlatmak için bir çok yer dolaştığını dile getirmektedir.
