Yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi'nde konuştu.
Naci Görür, şunları söyledi:
"Bir yer bilimci olarak bir karar aldım. Artık gerek duymadıkça özel sorular sorulmadıkça deprem, fay, deprem nerede olacak, nasıl olacak, hangi fay kırıldı, hangi fay kırılacak konusunda konuşmuyorum. Elbette ki önemli, ama ben diyorum ki onlar akademik dünyanın işi, bırakın akademik dünya onu tartışsın.
Bugüne kadar onları tartıştık, geldiğimiz nokta şu; işte bu son deprem. Görünürde 50 bin, muhtemelen çok daha fazla insanımızı bir gecede, bir dakikada toprağa gömdük. İşte depremin sonucu bu. Bu deprem biliniyordu. Bize Marmara Depremi'ni sorduktan sonra basın mensupları ‘Hocam bundan sonra Türkiye'de nerede deprem bekliyorsunuz' diye, parmağımızı şöyle yumar, Maraş… Sayardık. Bu parmak bitti artık, Maraş oldu.
1999'dan sonra Maraş depremi geliyor diye çok arkadaşımız, yer bilimciler bunları söylediler. Ben de dahil olmak üzere. Ben hatta 3 Şubat'a kadar söyledim. 6 Şubat'ta Maraş depremi oldu. Çok yazdık, çok çizdik. Sonuçta bu sahneyi görünce anladık ki biz hiçbir yerden duyurmuyoruz. Sesimizi duyan yok. Göçük altından bağırıyoruz ya ‘sesimizi duyan var mı' diye. Bizlerin sesini duyan maalesef yok. Eğer olaydı bugünkü sahne olmazdı. Bugünkü sahne, aklı başında bir ülkede olsaydı ciddi bir demokratik, aydın bir ülkede olsaydı bugün çok şey değişirdi. Hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. Ama bakın değişen hiçbir şey yok. Yavaş yavaş da onu unutacağız, hele birkaç ay daha geçsin.
İzmir'i nasıl deprem dirençli yaparız onu anlatacağım. Çok genel altı başlık oluşturdum. Bu bütün kentler için geçerli. Türk milleti olarak İzmirliler olarak deprem nerede, nasıl olacak diye sormayın. Çünkü bize yakışmıyor. Deprem falan yerde olacak dediğimiz zaman rahat mı edeceğiz. 40 sene sonra olacak dediğimizde oh be bu işi yırttık mı diyeceğiz. O zaman ölecek insanlar bizim çocuklarımız, torunlarımız, bizden gelen nesillerimiz olmayacak mı? O zaman neyin peşindeyiz. O fay kırıldı mı, Mersin'de de deprem oldu, buraya da deprem mi geliyor diye…
Ben korkuyu anlıyorum, ben de korkuyorum. İnsani bir duygudur ama ülke olarak millet olarak bizi yönetecek insanlar olarak gerçekten yakışmıyor.
Deprem bir gerçektir. Bu ülkenin en önemli sorunudur. Bu siyasiler tartışıyor ya hani hukuk, adalet diyor, işsizlik, yolsuzluk diyor. Ne sayıyorsanız sayın en başa depremi koymak zorundasınız. Öyle bir gerçek ki yok edemezsiniz. 13 milyon seneden beri bu bölgede depremler olageliyor. Ve daha milyonlarca sene devam edecek. Millet olarak bizim duyacağımız bu.
Türkiye'nin herhangi bir zamanında herhangi bir yerinde deprem olabilir, binlerce insanı toprağa verebiliriz. Bunu da duyuyorsunuz. Artık başka sorulara gerek yok. Bırakın onu yer bilimciler, bilim dünyası kendi arasında tartışsın.
Bana göre işin en önemli noktası… Mademki bu ülkede depremler olagelecektir, mademki depremleri engelleyemiyoruz, o halde depremlerde yıkılmamak için millet olarak deprem dirençli kentler oluşturmak zorundayız. Deprem dirençli yerleşim alanları oluşturduğumuz takdirde deprem korkusunu da atarız. Herhangi bir deprem olduğu zaman bir gece 50, 60 bin kişiyi de toprağa vermeyiz. O halde mümkün mü deprem dirençli yerleşim alanları, evet mümkün. Dünyada örnekleri çok. Kaliforniya, Meksika, Şili, Japonya, İtalya… Daha da sayabilirsiniz. Onlar nasıl başarmış biliyor musunuz? Çünkü o ülkeler genellikle bilime inanan, bilimin ışığı altında yol alan bilgi toplumuna dönüşmüş çağdaş ülkeler ve insanlar. O zaman biz millet olarak bu izde yürümek mecburiyetindeyiz. Yapmak için de her şeyimiz var.
Birincisi yönetim sistemi ve yönetici özelliği. İzmir'in yönetim sistemi belli. Belediye başkanı var vali var. Vali atanıyor, başkan seçiliyor. Burası da bir deprem kenti. O halde deprem kentine herhangi bir yönetici geldiği zaman normal bir kentin yöneticisi gibi olamaz, olmamalı. Deprem nedir bilmeli. Yönettiği kenti, tehlikesi, hangi faylar ve sistemle tehdit ediliyor onu bilmeli. Tehlike analizi nedir onu bilmeli.Deprem olmadan önce zarar nasıl azaltılır onu bilmeli. Bu doğrultuda kentin çeşitli dairelerinde depremle ilgili kuruluşları harekete geçirebilecek bilgisi, yeteneği olmalı, onları koordine ve organize edebilmeli. İzmir'i kente hazırlama noktasında kime, ne görev vereceklerini bilmeli. O görevi yapıp yapamadıklarını takip edebilmeli. Sonuç olarak da kentin deprem konusunda orkestra yönetir gibi yönetebilecek bilgi, beceri ve birikime sahip olmalı. Yöneticiler belli bir kursa, eğitime tabi tutulsunlar. Ondan sonra yönetim oluşsun. Bu kentin birinci parametresiydi.
İkinci bileşen halk. Burada sizlere de serzenişte bulunacağım. O sizlerin içine kendimi de koyuyorum. Bir kentin halkı eğer deprem bilinçli, bilgili, birikimli ve kültürlü değilse siz o kenti asla depreme hazırlayamazsınız. Çünkü deprem kültürü olmayan halk, depremde yara alabilecek her işi gizli gizli yer altında yapar, sağından solundan dolaşır yine yapar. Ev yaptığı zaman kaçak yapar, dört kata ruhsat alır, beşinci katı da kaçak atar. Hiçbir zaman da denileni ciddiye almaz. Eğitime kulak asmaz.Ailesine herhangi bir deprem planlaması yazmaz. Dilim varmıyor söylemeye ama bazen yasalara ve etiğe uygun olmayan işleri de rant uğruna yapar ve o kenti siz istediğiniz kadar yönetim deprem dirençli yapmaya çalışın, o deprem direncinin gerektiği kurallara uymayan halkla o kenti bir yere götüremezsiniz. Biz böyle miyiz evet, İzmirliler farklı mı, hayır. Bu işe son verelim. Bunun için neden mi arıyorsunuz, basit, 60 bin insanımızın bir gece gömülmüş olması bu yetmiyor. Kendimizi değiştirmek için, idrak etmek için bu yetmiyor mu? Daha kaç bin kişinin ölmesi gerekiyor? Bu halkla biz depremle baş edemeyiz.
Üçüncü bileşene geldik. Altyapı… Siz bir kenti deprem dirençli yapacaksanız bu altyapıyı deprem dirençli yapmak zorundasınız. Örnek oldu bugünkü deprem bölgesi, altyapı diye bir şey yok. Bütün altyapı tahrip oldu. Kanalizasyon sistemi su şebekesine karıştı. Bugün su içemiyorlar. Hastalık da kasıp kavuracak. Bu kehanet değil. O bölgede salgın hastalıklar ya başlamıştır ya da daha başlayacaktır. O zaman yapılacak iş deprem gelmeden önce bu depremde hasar alacak altyapıyı yenilemek, eksiği varsa tamamlamak, çürük bir tarafı varsa değiştirmek. Biz İstanbul'da bunu yapıyoruz. Bütün altyapıyı analizlerini yaptık. Belli bir bütçe de var ama yeterli değil, onları değiştirmeye çalışıyoruz. Havalimanı, yol nereye yapılacak? Olmaması gerekeni en iyi gösteren bu bizim deprem bölgesi. Bakın havaalanı yapılmış, oraya yapılmamalı. Yol yapılmış, yol kalmadı.
Hiçbir şey. Diyeceksiniz ki büyük bir depremdi o kadar olur. Olur ama o kadar olmaz. Dünyaya bizim deprem bölgesindeki hasar örnek olarak gösterilmelidir. Bir ülkede deprem dirençli kentleşmenin olmamasının en güzel örneğini veriyoruz. Bunu ben de söylemiyorum. 99'dan beri Maraş'a deprem gelecek diye elimizle gösterdiğimiz bir yerde yerel yönetimler, merkezi yönetim de dahil hiçbir şey yapmamış. Anlamadıklarını bugünkü tablo gösteriyor.
Dördüncü bileşen yapı stoku. Bu yapı stokunu çok iyi biliyoruz. Zannediyoruz ki bir kenti deprem dirençli yapmak sadece yapı stokunu güçlendirmek ve yenilemekle olur. Neden öyle biliyoruz biliyor musunuz, çünkü rant onun içerisinde. Onu biz müteahhitlik projesi gibi görüyoruz. Kentsel dönüşümü de biz müteahhitlik projesi gibi algıladık. Kentsel dönüşümün motor gücü olarak da müteahhitleri ortaya koyduk. Doğal olarak nasıl oldu? Ben de müteahhit olsam aynı şeyi yaparım, nerede fazla para var, kar getiriyorsa kentsel dönüşümü oradan başlattık. İstanbul'da örnek Bağdat Caddesi. Her taraf binalar oldu. Zeytinburnu en büyük darbeyi yiyecek sözgelimi, git ki orada kentsel dönüşümü göresin.
Bu bileşen önemli. İnsanların en fazla ölümüne neden olan bileşen yapı stoku. O zaman yapı stokunu yenilemek, güçlendirmek gerekirse tahliye etmek gerekir. Bu depremlerde önceydi benim bas bas bağırdığıma herkes şahittir, şimdi de hatırlayacaksınız hükümet çıktı dedi ki ‘Biz 600 bin konut yapacağız ve ucuz kredi ile halka satacağız.' Halkımız da kuyruğa girdi. Kimse başını sokacak evi olmasın diye kim söyler. Hepimiz seviniriz. Ama ben dedim ki ‘bu yapılan şey yanlış. İstanbul'da 90 bin bina çökme noktasında zayıflığı varken İstanbul'da yüzbinlerce insanın can güvenliği yokken hükümetin yeni konut yapıp satması doğru değildir. Önce İstanbul'da ölümü bekleyen insanların binalarını halledin de ondan sonra yapıp satın' diye. Ama kim duydu ki. Duysa ne olur duymasa ne olur. İnsanlarımızın can güvenliği yokken bile ne yönetim ne halk olarak aldırış ediyor.
Birçok seçim geçti. Meydanlar tıklım tıklım doldu. Ateşli nutuklar verildi. İnanılmaz alkışlar oldu. Her şey istenildi. Hiçbir kimse bir tek pankart bile kaldırmadı Allah rızası için ‘Depremde ölmek istemiyoruz, deprem bizim kaderimiz değildir' demedi. Bir gece 60 bin insanımızı toprağa veren bir millet olarak ya nasıl bu konuya bu kadar uzak durabiliyoruz? Sahi nasıl bu kadar uzak durabiliyoruz? Bundan daha önemli ne var? Devletin en önemli konusu bu değil mi Allah aşkına? İnsanların can güvenliğini sağlamayan bir devlet, devlet olur mu? Öyle bir devlete de gerek var mı? Bu devletin de bu toprakları biziz, millet, bizleriz. Güç de bizim elimizde. Çünkü biz el kaldırdığımız, oy kullandığımız zaman biri iktidara geliyor, indirdiğimiz zaman sandığa gömülüyor.
Deprem, partiler üstü bir konudur. Siz herhangi bir partiye gönül verebilirsiniz. Saygı duyarım, başımızın üstünde yeri var. Ama bir bilim adamı olarak söylüyorum, asla da bir siyasi tarafım olmadı. Ve size diyorum ki lütfen, Allah aşkına bu seçimden başlamak kaydıyla hangi partiye, hangi inanca, düşünceye sahip olursanız olun herhangi bir parti sizin de sevdiğiniz olsa bile deprem konusunda insanlarımızın can güvenliği konusunda ciddi planı, iradesi olmuyorsa sakın ona vermeyin. Ancak bunu yapabiliriz.
Beş, çevre ve ekosistem. Deprem en büyük çevre felaketi. Biliyorsunuz 100 milyon tonun üzerinde enkaz ve moloz var. 100 milyon ton enkaz ne demek biliyor musunuz? Yani siz 30 tonluk kamyonlarla siz senelerce taşısanız onları bitiremezsiniz. Şimdi bunlar geliyor aceleyle bir an önce kaldırılıyor. Deprem molozu aydın, çağdaş ülkelerde öyle rastgele kaldırılmaz. Onun ulusal ve uluslararası yönetmeliklere göre bu molozu bertaraf etmek zorundasınız. İnşaat malzemesi var, kimyasal var, evsel atık var… Siz bunları götürüp bir yere gömerseniz bugün yapıldığı gibi tekrar dünyaya örnek oluyoruz, yapılmaması gerekenler… Bu molozlar eğer önlem almadıysanız önce biyokimyasal reaksiyonlar başlıyor. Ondan sonra fizikokimyasal reaksiyonlar başlıyor. O molozların içinde ne kadar ağır metal ne kadar toksik madde varsa konsantrasyonu artıyor. Üsten de yağmur yağınca bunlar yayılıyor toprağa. Toprağı kirletiyor. Topraktan yer altı suyunu kirletiyor. Göle, denize gidiyor. Balıkçı balık tutuyor, sofranıza geliyor. Siz o toksik maddeyi afiyetle yiyorsunuz… Bu şaka değil.
Son parametre, ekonomi. Maraş ve Gaziantep, o bölgenin ekonomik bakımında kentleriydi. Bugün orada ekonominin çarkları durdu. Şu anda ekip kalmadı. Ekipmanın çoğu çalışmıyor.
Aynı zamanda üretimleri durdu. Bir şey üretemiyorlar. Stokları telef oldu. Pazarı kaybettiler. Dünya mal ister, seni fazla beklemez. Tahmin ediyorum 10 seneden önce Maraş, Gaziantep eski durumuna gelemez. 10 sene oh be gelebilirsiniz derseniz dünyayı kaybedersiniz. Hafızasından siler. O bölge çökerse halk mutsuz olur.
İstanbul'da eğer Marmara depremi olur ve haliyle girersek ekonomi çöker. Marmara bölgesinin ekonomisinin çökmesi ne demektir? Türkiye üretiminin yüzde 60'ını oluşturan bir bölge. O bölgede ekonominin çarkları durur da dizüstü çökerse Türkiye genelinde çöker. Türkiye ekonomik olarak bağımsızlığını kaybettiği gibi iddia ediyorum siyasi bağımsızlığını da kaybeder. Ona cevabını sayın Cumhurbaşkanımızın şu cümlesiyle söylüyorum, ‘bana söylediler, IMF bizden 5 milyar dolar ödünç istiyor, ben de dedim ki verin, bugün borç alan yarın talimat alır.' O zaman bu cümle her şeyi ifade ediyor değil mi?"