Taşı Toprağı Altın İstanbul...
Konumuz; MİSKİN...
MİSKİN; ''hiçbir mal ve gelire sahip olmayan yoksul.''
Çoğulu; ''mesakindir.''
Bu ölçüdeki yoksulluk ve ihtiyaç, kişiyi çökertip bilinçsiz, hareketsiz ve çaresiz bir duruma getirdiğinden, böylesi düşkünlere miskin denilmiştir. Bu nedenle miskin ile fakir arasında önemli bir fark vardır.
Fakir; ''geliri ihtiyaçlarını karşılamayan kişi iken, miskin geliri hiç olmayan kimsedir.''
Hz. Peygamber (s.a.v), Buhari ve Müslim'in aktardıkları iki hadisinde miskinin eksiksiz bir tanımını yapar. Buna göre miskin; ''kendini bir-iki hurmanın, bir-iki lokmanın geri çevirdiği dilenen bir insan değildir.'' Miskin; ''ihtiyaç içerisinde bulunduğu halde istemeyen, durumu halk tarafından bilinmediği için yardım edilmeyen, iffet ve nezafet sahibi mü'mindir'' (Riyazü's-Salihin).
Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu tanımını Kur'an'ın yardım edilmesini buyurduğu yoksullara ilişkin tanımı ile aynıdır. Bu konuda Kur'an şöyle buyurur:
"Verin o yoksullara ki, Allah yolunda kapanmışlardır. şuraya buraya dolaşamazlar. İstemekten çekindikleri için bilmeyen onları zengin zanneder. Onları simalarından tanırsın, halkı bizar etmezler" (Bakara, 2/273).
Miskinlerin ihtiyaçlarının karşılanması
zengin müslümanlar için zorunlu bir görevdir:
Çünkü, "mallarında sail ve mahrum için bir hak vardır'' (Zariyat, 51/19).
Bu nedenle bu hakkın yerine getirilmesine ilişkin; "Yakınına, miskine, yolcuya hakkını ver"
(İsra, 17/26: er-Rum, 30/38) buyruğu iki kez tekrar edilir.
İslam'ın insana verdiği değeri, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın önemini gösteren bu görev, Kur'an'da sık sık Allah'a iman ve kulluk, şirkten kaçınma buyruklarının hemen arkasından anılır:
"Allah'a kulluk edin, O'na birşeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakınlara, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin" (Nisa; 4/36).
Miskinlere yardım, yalnız İslam'a özgü değil, tüm ümmetlerin yerine getirmekle, yükümlü oldukları değişmez bir görevdir.
***
GÜNLERDEN Cuma...Beyazıt Camiine gittim.
Vakit erken olduğu içinde merakım üzere eski mezar taşlarını okumayı severim. O mezar taşları ki, insana en büyük dersi vermektedir. Caminin kıble tarafında atıl bir çeşmenin yalak içerisinde yatan bir garip miskin..
Hava soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen o, hiç bir kimseden şikayetçi değil...
Bir müddet kendi kendime düşündüm, aman yarab, bu kişinin kimsesi yok, bu kişinin belediyesidemi yok..? Hiç değilse soğuk ve kış mevsimlerinde bu insanlar sıcak bir çorba içsinler.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, gayrimeşru yollardan yüzlerce yazlığı, yüzlece daire ve gayrimenkulleri, bankalarda paraları olanlar dünyasında bu miskinler yokolup gidiyor.
Hemde viran'e bir çeşmenin yalak içerisinde mermer taşını kendine yastık edinmiş, altında ince bir singer parçası ile. Hemde vicdanı tertemiz bir şekilde...
Hey gidi koca İstanbul, taşı toprağı altın İstabul... Milyonları, bir ana gibi bağrında taşıyan İstanbul.. Herkese iş ve aş veren İstanbul...
senden kimler gelip gitmedi ki......?
