Mısır velîlerinden. İsmi Bennân, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Aslen Vâsıtlı olup babasının ismi Muhammed'dir. Bütün ömrünü Mısır'da geçirdi. Hakkı söyleyen, iyiliği emreden âlimlerin önderi idi. Ebû İmrân-ı Kebîr'in talebesi idi. Cüneyd-i Bağdâdî Ebû Hafs Nişâbûrî ve zamânın âlimleriyle sohbet etti. Ebü'l-Hüseyin Nûrî'nin hocası idi. 928 (H.316) senesinin Ramazan ayında Mısır'da vefât etti.

Mısırlı bir kimse, kendisini sevmezdi. Yırtıcı bir hayvanın, Bennân bin Muhammed'i yemesi için duâ etti. Bir süre sonra Bennân-ı Hammâl hazretleri yolculuğa çıkmıştı. Ormandan geçerken, karşı taraftan gelen Mısırlı o kimse ile karşılaştı. Tam o sırada, yola bir kaplan çıktı. Hemen Bennân-ı Hammâl hazretlerinin yanına gitti. O, kaplanın sırtını sıvazladı, sonra onun yanından ayrıldı. Kaplan, Mısırlının yanına giderek onu parçalamak istedi. Bu kimse çok korktu ve rengi değişti. Bennân-ı Hammâl, kaplanı yanına çağırarak kulağına bir şeyler söyleyince, kaplan yanlarından uzaklaşıp, ormana geri gitti. Bu hâli gören kimse, derhal tövbe etti. Bennân-ı Hammâl'ın talebelerinden oldu ve sonra bir daha hiç kimse hakkında kötü düşünmedi.

Bennân-ı Hammâl hazretleri, zamânın sultânının yanına gidip, ona Allahü teâlânın emirlerini bildirip, nasîhatta bulundu. Nasîhatleri dinlemeyen sultan, onun yırtıcı hayvanlara atılmasını emretti. Yırtıcı hayvanlar yanına gelip koklamaya başladılar. Fakat zarar vermediler. Sultan yaptığı hatâyı anlayıp af diledi.

Bir gün biri gelip; "Efendim çoktan beri hastayım, birçok hekime gittim, fakat bir çâre bulamadılar. Şifâ bulmam için size geldim." dedi. Bennân-ı Hammâl; "Falan yerden bana bir avuç toprak getir!" buyurdu. Sonra o kimse gidip o toprağı getirdi. Bennân-ı Hammâl toprağı avucuna alıp, bir süre bir şeyler okudu. Sonra bu toprağı hasta kimseye verip; "Ağrıyan yerlerine bunu sür, inşâallah bir şeyin kalmaz." buyurdu. Bu kimse denileni aynen yaptı. Bir süre sonra hastalığından hiç eser kalmadı.

Mekke'de bir yerde oturuyordu. Yanında bir genç vardı. Biri gelip o gencin önüne bir kese altın koydu. Genç; "Benim ihtiyâcım yoktur."dedi. O zaman o kişi; "Fakirlere ve zavallılara dağıt." dedi. Genç bütün paraları dağıttı. Kendisine hiç bırakmadı. Akşam olunca o gencin bir yerde dilencilik yaptığını gördü. "Ey Genç! Dağıttığın bir kese akçeden birkaçını kendine ayırsaydın." deyince, genç; "O zaman, şu âna kadar yaşayacağımı bilmiyordum." dedi.

Uzun bir süre yiyecek bir şey bulamamıştı. Yolda giderken yerde bir altın gördü. Önce birisi düşürmüştür diye almadı. Fakat daha sonra aldı. Biraz yürüdükten sonra bir grup çocuğun bir arada oturduklarını ve birisinin güzel ahlâktan bahsettiğini gördü. Çocuklardan biri; "Kul ne zaman doğruluğun lezzetini bulur?" diye sordu. Tasavvuftan bahseden çocuk; "Kişi, altın parçasını attığı zaman, sıdkın, doğruluğun lezzetini bulur." dedi. Çocukları dinleyen Bennân-ı Hammâl, kendi hâlini düşündü. Kendi kendinden utandı. Bunun üzerine derhâl altını çıkarıp bir fakire verdi.

Bir şahıs, Bennân-ı Hammâl'ın yanına gidip; "Avladığım şu hayvanın eti yenir mi, yenmez mi?" diye suâl etmeye niyet etti. Tam onun huzûruna varır varmaz daha hiçbir şey konuşmadan sohbet arasında Bennân-ı Hammâl hazretleri buyurdu ki: "Falan hayvanın eti temizdir, yenir." O şahıs ise çok hayret etti ve suâl etmeden suâlinin cevâbını almış oldu.

Bennân-ı Hammâl hazretleri buyurdu ki:

"Allahü teâlâ semâyı yedi kat yarattı. Her katta mahlûklar ve melekler yarattı. Bunlar O'na ibâdet ve itâat ederler. Birinci kat, yâni dünyâ semâsında bulunanların ibâdeti korku ve ümid üzere bulunmaktır. İkinci semâda bulunanların ibâdeti, muhabbet ve hüzün üzere bulunmaktır. Üçüncü semâda bulunanların ibâdeti, minnet ve hayâ üzere bulunmaktır.

ördüncü semâda bulunanların ibâdeti, şevk ve heybet üzere bulunmaktır. Beşinci semâda bulunanların ibâdeti, münâcaat ve iclâl, saygı üzere bulunmaktır. Altıncı semâda bulunanların ibâdeti, inâbet, tövbe ve tâzim, saygı gösterme üzere bulunmaktır. Yedinci semâda bulunanların ibâdeti ise, mürüvvet, cömertlik ve kurb, yakınlık üzere bulunmaktır."
"Tövbe iki çeşittir. Biri avâmın tövbesi, biri de seçilmişlerin tövbesidir. Avâmın tövbesi günâhlardan tövbedir.

Seçilmişlerin tövbesi gafletten tövbedir. Avâm ile havâssın, seçilmişlerin tövbelerinde fark vardır. Avâm, günahlardan ve kötülüklerden tövbe eder. Havâs ise bunları zâten işlemez. Fakat onların tövbesi yanılmaktan, gaflete düşmekten ve yaptığı ibâdet ve tâatı sebebiyle kendini beğenme korkusundan tövbedir.

"Başkalarının zarar görmesine sevinen kişi, kurtuluşa kavuşamaz."

"Allahü teâlâyı tevhîd edersen, husûsî ihsâna kavuşursun. Eğer doğru yolda olursan, seçilmişlerden olursun. Eğer doğruyla yanlışı karıştırırsan cefâ çekersin.

"Tasavvuf ehli, Allahü teâlâya güvenen, emirlerini yerine getiren, sırra riâyet eden, mahlûklardan uzaklaşarak, O'na yönelen kimsedir."