09 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
9°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Molla Şemseddin Fenari...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hamza Bey, hem Fener köyü eşrafındandır,  

hem de fener yapıp satar. 

Eh haliyle onu Fenari diye anarlar.

Bu aileden eskiden beri ilmiyle amil alimler çıkar,  

Hamza bey oğlu Muhammed'in de ulema arasına katılmasını çok arzular. Zihninde ve gönlünde ne varsa ona verir, dahasına kavuşsun diye Mevlana Alâüddîn Esved hazretlerinin derslerine yollar. Muhammed Fenari, medresede güneş gibi parlar, hocaları ona Şemseddin ''dinin güneşi'' lakabını uygun bulurlar.

Molla Fenari bir ara Mısır'a gider, İskender Tarihi'ni nazm eden meşhur şair Ahmedi ve Şifa kitabının sahibi tabib Hacı Paşa ile birlikte,  

Ekmeleddin-i Baberti'nin huzurunda ders alırlar. 

Günün birinde veliyullahtan biri medreseyi ziyaret eder ve üç Türk'e uzun uzun bakar. 

Mevlana Ahmedi'ye, "sen, vaktini şiirle harcarsın",  

Hacı Paşa'ya; "aranan bir tabip olursun" der, sonra Molla Fenari'ye döner. Genç mollaya gıpta ile bakar bakar ve "sen de ilim ve takvayı birlikte bulundurursun, din ve dünya reisi olursun" buyururlar.

Dediği gibi de olur. 

Molla Fenari din ilimlerinin yanı sıra tıp, matematik, mantık,  

astronomi, biyoloji, kimyada da zirveye oynar. 

Kitaplarını yüklenip Bursa'ya döner ve bildiklerini paylaşmaya bakar.

Şimdi sıra gelir bir Allah dostu bulmaya, tasavvuf basamaklarını tırmanmaya... İşte özlediği ne varsa bir ekmekçi de bulur,  

Somuncu Baba'nın dizi dibine oturunca gönlüne nehir gibi feyz akar.

Bir ara Konya'ya yerleşir, Mevlana'nın şehrinde doyulmaz sohbetler yapar, Yakubeyn adıyla anılan Yakub-i Asfar ''Sarı Yakup'' ve Yakub-i Esved ondan çok istifade eder, yüksek derecelere ulaşırlar. 

Molla Fenari, bu iki talebesiyle daima iftihar eder, onları dualarından unutmaz.

Daha sonra Karaman Beyinin kızı Gül Hatun ile evlenir, iki oğlu, iki kızı olur. 

Ama Osmanlı sultanı davet edince tereddütsüz Bursa'ya koşar. 

Eski hizmetlerine devam eder, oğulları da kendisi gibi alim olur,  

Bursa'da kadılık yaparlar.

H.822 yılında hacca gider, Medine-i münevverede Şah-ı Nakşibend hazretlerinin halifesi Muhammed Parisa ile tanışırlar. 

Dönüşte Mısır'a uğrar, Melik Müeyyed mollamıza hayran olur,  

Mısır'da ders vermesi için yalvarmaya başlar. 

Bursa'ya yerleşmeye niyetli olduğu için "evet" demez ama bir süre kalarak Sultanın da gönlünü yapar. 

Kahire'de ulema ve evliya ile tanışır, dağarcığını doldurmaya bakar. 

İkinci durağı Kudüs-i şerif olur, bu nurlu beldeye doyamaz ancak Çelebi Sultan Mehmed Han çağırınca acilen Bursa'ya koşar.

H.828 yılında 2. Murad Han, Şeyhülislamlık müessesesini kurar,  

başına onu koyar. 

Bu vazifeyi, hak ve adaletle yürütür, bir yandan ders okutur bir yandan kadılık yapar. 

Karşısındaki sultan da olsa doğruyu söylemekten korkmaz...

Molla Fenari hazretleri bunca kesif işine rağmen devletten maaş almaz, nafakasını kazzazlık ''ipek ticareti'' yaparak temin eder,  

artanı da hayrat ve hasenata harcar. 

Bursa Kale'de, Manastır Mahallesinde ve Debbaglar semtinde yaptırdığı mescidlerle kalmaz,  

Pınarbaşı'nda Dar-ül-hadis kurar. 

Kudüs'te de bir medrese satın alır, masrafını karşılar. 

Evet kumaştan dikişten iyi anlar ama sade giyinir, başına ucuz bir çul sarar.

Mübarek, ardında on binden ziyade kitap bırakır,  

kaldı ki hepsi birbirinden değerli 25 eser kaleme alır. 

Yetmez şerhler haşiyeler yapar. 

Şairdir de, mesela Zeynüddin-i Hafi hazretlerinin halifesi Şeyh Abdüllatif-i Makdisi, Anadolu'yu şereflendirince âdeta bayram eder,  

oturup içli ve coşkulu bir manzume yazar.

Onun fıkıh, tefsir, feraizdeki derecesi bilinir. 

İsagücü Şerhi ise mantık ilmini çok güzel açıklar. 

Zikredilen kitaba bir sabah erkenden başlar, güneş batarken noktalar. 

Bu eseri medreselerde asırlarca ders kitabı olarak okuturlar. 

Ulucami minberine oydurttuğu güneş sistemi günün ölçülerine bire bir uyar. Uzmanları Ay, Dünya ve gezegenlerin oranlarına bakar, parmak ısırırlar.

Belki çok daha fazla eser verebilir ama tek işi o değildir. 

Bir yanda tedrisat, öbür tarafta kadılık, dert dökenler, fetva soranlar. 

Bu yüzden altın değerindeki müsveddelerini temize çekme fırsatı bulamaz.

Büyük veli çok sevdiği Bursa'da Hakkın rahmetine kavuşur,  

onu Keşiş Dağı eteğinde, yaptırdığı mescidin avlusundaki mütevazı kabrine bırakırlar. 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *