Tiplemeler
BELLİ özelliklerle tanınma haline tip diyelim. Ruh bilimciler, insanla ilgili sözü, gözlemi olanlar tiplemeye önem verirler. Tipleme bir çeşit sınıflandırmadır. İnsanlar yaratılışları itibariyle de, fert oluşlarıyla da, cemiyet içindeki yaşantılarıyla belli özelliklere sahip olmalarıyla birbirleriyle benzeşirler ve ayrışırlar. İnsanlar için beden yapılarına göre tiplemeler olduğu gibi, hayata bakışlarıyla da, yapıp-ettikleriyle de tipleştirilirler.
Mesele insanı daha iyi incelemek ve kavramak. İnsanı anlayıp kavramak ne için gereklidir denilirse; cevabı bellidir. Din adına, ahlak adına, hukuk adına, devlet adına, eğitim adına, yönetmek adına insanı anlamak ve kavramak çok faydalı bir alt yatırımdır. Ruh bilimciler, davranış bilimcileri insanı içe dönük (duygusal), dışa dönük (gözlemsel) olarak sınıfladıktan sonra düşünme, duygu, duyu, sezme gibi özellikleriyle de ama yine her birini içe dönük ve dışa dönük çerçevede incelemişler.
Carl Gustav Jung bu düşünürlerin öncüsüdür. 1874-1961 yılları arasında yaşamış İsviçreli bir ruh bilimcidir. Başka ruh bilimciler başka tasnifler de yapmışlardır. İlahi son kitapta da insan hakkında tiplemeler vardır. Melekten yüksek, hayvandan aşağı, olduğu gibi; muti, şaki, münafık ve benzeri tasnifler var. Müslüman kimliğiyle öne çıkan ilim adamlarının da tasnifleri, tiplemeleri var. Bunlardan en bilineni İbrahim Hakkı Erzurumlu’ya aittir. O insanları uzun, kısa, orta boylu olarak tiplediği gibi parmak boy ve şekillerine, yüz-simalarına göre de tasnifi vardır.
Ahlak tasnifleri
Ahlak düşünürlerinin de tasnifleri vardır. Bencil, diğergam, menfaatperest, cimri, cömert, korkak, cesur, hamiyetli, hamiyetsiz gibi. Ahlakın değerlendirmeleri daha çok toplumda nizamı sağlamayı amaçlamaktadır. Olumsuz duygu, düşünce ve davranışları kınayan ahlak; toplum için, toplumda düzeni sağlamaya müteveccih duygu, düşünce ve davranışları da över, tavsiye eder. Ahlakın aynı zamanda sermayenin, kapitalciliğin, tüketiciliğin ortak bir durumu paylaştıkları görülür. Doyum ve doyumsuzluk. Bir insanın hayatında karşılaştığı felaketlerin temelinde doyumsuzluk vardır. Doyumsuzluk öncelikle bir duygu halidir. Sonra bu düşünceye dönüşür. İnsan bedeniyle topraktan, balçıktan yaratılmış, ama ruhu ile Allah’tandır. Allahın üflediği nefesten ibaret insan. Beden fani, geçici, çürüyücü, ruh ise İlahi olduğu için emredilen zamana kadar bakidir, ebedidir. İnsan denen yaratık dağıldığında, yani ruh, nefes bedenden çıktığında artık beden aslına teslim edilir. Toprağa verilir. Şimdiye kadar hiçbir ruhun mezara konulduğu ve onun orada kaldığı vaki değildir. Ama beden için değişik irfanlarda, değişik uygulamalar yapıldığı görülüyor. Bedenin yakılması herhalde en zalimce bir uygulamadır.
Gözünü toprak doyursun
İnsanın ihtiyaçları sınırlı olduğu halde, arzuları, istekleri, talepleri sınırsızdır. Nice dilenciler tanır herkes. Çok sayıda binaların, bankalarda nakitlerin sahibi olmalarına rağmen dilenmeye devam ederler. Çöp ev haberleri de gazetelerde yer alır. Para biriktirmeye başlayan insanda bir duygu gelişir. Daha çok biriktirmek duygusu. İşte doyumsuzluk kendini böylece gösterir. Doyumsuzluk her alanda görülür. Kimi insanlar tanıdım. 15 santimetre yüksek görseler hemen oraya çıkmaya yeltenirler. Muhtarlıktan, belediye başkanlığına, milletvekilliğine, bakanlığa, başbakanlığa, daha yukarılara hep yükselmek isterler. Her yere, her şeye taliptirler. Hiçbir başarı onları tatmin etmez ama, her başarı onları sarhoş eder. Başarı sarhoşluğu onları daha doyumsuz kılar. Tezat değil mi? Hayır tezat değil. Nasıl para biriktirmeye başlayan insan her gün daha çok biriktirmek isterse, başaran ise her gün daha çok yükselmek, kazanmak ister. Doyumsuzlar için bir cümlemiz var irfanımızda. Gözünü toprak doyursun.
