Ankara’da kendi adıyla bilinen Hacı Bayram Camii’nin dibinde mezarı bulunan Hacı Bayram Veli’nin hocası, Şeyh Hamidüddin’dir. Hamidüddin, sahip olduğu bütün manevi yetkilerini oğlu Yusuf yerine Hacı Bayram’a bırakmıştır.

Bu mesele, oğlu Yusuf’u o kadar üzmüştür ki, babasına karşı gönlünde bir kin belirmiştir. Bu meseleyi düşündüğü bir anda biraz da öfkeli bir yüz ifadesiyle dergâhın bahçesindeki kuyudan su çekerken babası çağırır.

Oğlunun öfkesini hissederek şu açıklamayı yapar. “Bak evladım. Hz. Peygamber’in yolu açıktır. Orada her gerçeği, bütün yanlışlıklardan sıyrılmış olarak görürsün. Devlet iradesinde ve manevi işlerde işi ehline bırakmak, veliahdı yetkililerden seçmek dinimizin esaslarındandır.

Benden sonra hakikate en ziyade aşina olup, en büyük kabiliyetlerle donanmış olan talebem odur. Sana karşı babalık sevgim, beni vazifemden ve doğru yoldan ayıramaz.” Yusuf, babasının bu sözlerini bir tarttıktan sonra “Ama baba görmüyor musun senin gibi bir dergâhı idare değil, koca milleti idare eden padişahlar bile saltanatı oğullarına devrediyorlar. Onlar Müslümanlığı bilmiyorlar mı? Onlar Hz. Peygamber’in yolundan habersiz midirler?” der.

Şeyh Hamidüddin bu soru üzerine irkilir. Gözü ufku tararken, oğlu Yusuf’a şunları söyler: “Evladım, gerçekten çok mühim bir meseleye parmak bastın. Hz. Peygamber’in gösterdiği yolda iradeyi muktedir olana devretmek açıktır. Ama kötü geleneklerin yaşaması, bizi hakikate karşı gelmeye zorlayamaz.

Hz. Hüseyin Kerbela’da aile efradıyla susuzluk içinde yanarken, güneş kumları kavururcasına insanların tepesinden ısısını çöle indiriyordu. Hüseyin, çadırın önüne çıktı. Kumları avuçlayarak ellerini yıkadı. Bu sırada kendisine üzüntüyle bakan sadık kölesinin ’Acaba Yezid’e biat etseydi de bu sıkıntıyı çekmeseydi’ şeklindeki düşüncesini ruhunda okuyarak dedi ki: Muhakkak ki, bizim Yezid’e biat etmeyişimizin saltanat düşüncesiyle bir alakası yoktur.

Babadan oğula kalan devlet, dedemiz Hz. Peygamber’in gösterdiği yola aykırıdır! Biz Yezid’e biat edersek İslam’ın en büyük direklerinden biri olan ‘seçim yolu’ nu kapatarak sıfat saltanatını yaşatan idareye yeniden kuvvet kazandırmış oluruz.” Şeyh Hamidüddin bu hadiseyi oğlu Yusuf’a anlattıktan sonra son sözünü söyler. “İşte evladım hakikat budur, her şey yerli yerinde gerekir. Elması kuyumcunun örsüne, bakırı sultanın tacına oturtan cehaletten daima sakın.

Mahir bir okçuyu hamama tellak yapıp, mahir bir bilgini kuyudan su çekmeye mahkûm eden zihniyetler daima çökmüştür.” Şeyh Hamidüddin görevi niçin oğluna değil de başka bir talebesi olan Hacı Bayram Veli’ye devretmiş dersiniz?

Öz oğlu dururken niye başkasına vermiş yetkilerini? Hz. Hüseyin niçin Yezid ‘in devlet başkanlığına itiraz etmiş? Bütün bunların sırrı “işi ehline verme” gereğinin yüksek kişilerle yarattığı hassasiyettir. Geçmişin acıları hafızalarda yer tutarken, millet o hassasiyetle işi ehline vermiş ve vermeye devam ediyor. O hassasiyetle milletin sağduyusuna yerleştiği için ülkeyi yönetecek iktidarların başına da hak eden ehil insanlar getirilmiş, Türkiye’de “işin ehline verilmesi” ilkesi gereği Türkiye’nin milli menfaatlerine milli projelerine engel çıkartan bürokratik kadrolara da yer verilmemiştir.

Geçmişin acı gerçekleri olan, işin ehline verilmesi ilkesine ters düşen, Türkiye’de “işe göre adam” aranmaz. Adam zaten hazırdır. O adama uygun bir iş aranır. İş bulunur ama, iş adama uygun görüldüğü halde, adamın işe uygun olmadığı çok geçmeden anlaşılır!

Kaydeden Türkiye olur! Kaybeden 16 milyon İstanbul olur! Seçilmiş olmanın verdiği özgüven zehirlenmesiyle ülkenin sahibini kendisi sanan gayri milli liyakatsiz yandaş bürokratlara koltuklar feda edilir.

Bu çürümüş zihniyete karşı, Cumhur İttifakı ülkesinin milli menfaatlerini önceleyen, Şeyh Hamidüddin ve Hz. Hüseyin hassasiyeti ile görev ve yetkilerini ehline verme gayretindedir. Kişisel öncelikleri değil, Türk milletinin ve Cumhuriyetin milli menfaatlerini dikkate alarak milli kalkınma, güçlü irade, bölgesinde ağırlığı olan bir Türkiye yaratma azmiyle; tüm baskı tehdit ve emperyalist yaptırımlara rağmen taviz vermeden muasır medeniyet yolunda ilerlemeye devam etmektedir.

Milli iradeyi hazmedemeyen, milletten kabul görmeyen, sönme patlaması yaşayan muhalefet ise “ Kavala-Demirtaş neden içerde diye” büyük elçi dostlarıyla kol kola girmiş, ülkenin üzerine çökmeye çalışıyorlar!