ABDÜLFETTAH-I BAĞDADİ...
İstanbul'un en yüksek üç evliyasından biri.
İsmi Abdülfettah-ı Bağdadi el-Akri'dir.
1778 senesinde doğdu. Kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen alim ve evliyanın en meşhurlarından olan Mevlana Halid-i Bağdadi'nin sohbetlerinde yetişip olgunlaştı.
Onun emriyle İstanbul'a gelip senelerce insanlara hak yolu öğretmek vazifesiyle meşgul oldu.
1865 senesi Muharrem ayının dokuzuncu Cuma günü vefat etti.
Kabr-i Üsküdar'da Eski Valide Camiinden Karacaahmed mezarlığına çıkan yol ile Selimiye Bağlarbaşı caddesinin kesiştiği köşedeki Şeyhül islam Arif Hikmet Beyin kabristanındadır.
Abdülfettah Efendi, küçük yaşta Bağdad'ın tanınmış alimlerinden ilim öğrendi. Çok zeki olup kısa zamanda Kur'an-ı kerimi ezberledi.
Gayret ve devamlı çalışması ile de arkadaşlarının ve hocalarının dikkatini çekti.
Genç yaşta tefsir, hadis ve bilhassa fıkıh ilminde mütehassıs bir alim oldu.
Din ilimlerinde kendisini yetiştiren Abdülfettah Efendi, tasavvuf adı verilen Resalullah efendimizin mübarek kalbinden çıkıp evliyanın kalplerine gelen bilgilere de sahib olmak istedi.
Asrının en büyük alimi, İslam bilgilerinin mütehassısı Mevlana Halid-i Bağdadiye talebe oldu. Bundan sonra hocasının her emrini yerine getirmek için canla başla çalıştı.
Hocası Mevlana Halid, bu güzel hasletlerini bildiği için, ona en zor işleri yaptırır, diğer talebeleri ile haberleşmeye bunu gönderirdi.
Yolculukta herhangi bir vasıtaya, bineğe binmesini yasaklamıştı. Yaya gitmesini emrederdi. O da bunu zevk ile yapar, çok uzak yolculuklara hiçbir şeye binmeden giderdi. Vazifeli olarak İstanbul'a iki defa yaya gitmişti.
Bu tahammülü sebebiyle hocasının iltifatlarına kavuştu ve önde gelen talebeleri arasına girdi.
Öyle ki, artık hocasının evine girer çıkar, hizmetini ve işlerini görürdü. Bu hizmeti neticesinde çok faydalara kavuştu. Kendisine insanları yetiştirmek, ilim ve edeb öğretmek izni verildi.
Mevlana Halid-i Bağdadi'nin ilminin derinliği, evliyalığının üstünlüğü, dünyanın her tarafına yayılmıştı. Bu sebeple Mevlana Halid hazretleri,
Hak aşıklarının yanan ruhlarını serinletmek için Abdülfettah-ı Bağdadi'yi İstanbul'a gönderdi.
Abdülfettah hazretleri, İstanbul'un Üsküdar semtinde Karacaahmed Kabristanı ile Bağlarbaşı arasında, Nuh Kuyusu mevkiindeki dergaha yerleşti.
Bunu işitenler dergaha akın ettiler.
Abdülfettah hazretleri, bu Hak aşıklarının hasta ve ölü rûhlarına hayat veriyor, kararan kalplerine nur akıtarak Ahrariyye yolunun Müceddidi ve Halidiyye kolunun feyzlerini sunuyordu.
Kısa zamanda, devlet erkanından vezirler, komutanlar, paşalar, alimler, veliler onun talebesi olmak için etrafını doldurdular. O ab-ı hayat pınarı, herkesi kabiliyetlerine göre yetiştiriyordu.
Bu şekilde senelerce çalışarak, pekçok kimsenin hidâyete kavuşmasına vesîle oldu.
Abdülfettah-ı Bağdadi, ömrünün son senelerinde, Allah'ü Te'ala'ya ve otuz dokuz sene önce vefat eden mübarek hocası, Mevlana Halid-i Bağdadi'ye kavuşmak arzusu ile yanmaya başladı.
1865 senesinde Muharrem ayının ortalarında talebeleri ve tanıdıkları ile helalleşti.
Vasiyetini bildirdi. Muharrem'in on dokuzunda Cuma günü talebelerinin başında okudukları Kur'an-ı kerimi dinleyerek son nefesini verdi.
Bütün alimler, sözbirliği ile Eyüp'te medfun bulunan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari ve diğer Ashab-ı kiram hariç, İstanbul'un en yüksek üç velîsinden birinin Abdülfettâh-ı Akri hazretleri olduğunu bildirdiler. Aşıkları onun feyz ve nur saçan mübarek kabr-i şerifini ziyaret etmekte, bereketlenmektedirler. Diğerleri ise Edirnekapı-Eyüp arasındaki Murâd-ı Münzavi ile Zeyrek'teki Mehmed Emin Tokadi hazretleridir.
KIRK YIL HİZMET ETTİ
Hâlid-i Bağdâdî'nin, şânını o zamanlar,
Duymuştu dünyâdaki, bilcümle müslümanlar.
Yayılınca şöhreti, her yerine dünyânın,
Bağdad'a geliyordu, insanlar akın akın.
Hem İstanbul'dan dahi, birçok âşık olanlar,
Ona kavuşmak için, Bağdad'a yollandılar.
Bu gelen insanların, şu idi tek gâyesi:
"Hâlid-i Bağdâdî'nin, olmaktı talebesi."
Zîrâ Resûlullah'tan, fışkıran bütün "nûrlar",
Ondan yayılıyordu, herkese o zamanlar.
İstanbul'dan Bağdad'a, taşınan insanlara,
Baktığında, Mevlânâ, kıyamadı onlara.
Emir verip hemence, Abdülfettâh Akrî'ye,
Gönderdi İstanbul'a, "feyzini saçsın" diye.
Abdülfettâh Efendi, İstanbul'a gelince,
Nuh kuyusu denilen, yere geldi hemence.
Bu mübârek velî zât, buraya vardığında,
Cümle Hak âşıkları, buldu onu ânında.
Etraftan akın akın, geliyordu insanlar,
Zîrâ ondan akardı, ilâhî feyiz, nûrlar.
Devlet ricâlinden de, vezir, paşa, kumandan,
Gelirdi akın akın, bu dergâha o zaman.
On binlerce müslüman, gelerek bu dergâha,
Bağlardı kalplerini, hepsi Resûlullah'a.
Abdülfettâh Efendi, kırk yıldan daha fazla,
Bu dergâhta böylece, hizmet etti ihlâsla.
Mevlânâ Hâlid ise, o gelince Bağdad'dan,
Otuz dokuz yıl önce, ayrılmıştı dünyâdan.
Onun ayrılığına, hiç dayanamıyordu,
Hocasına kavuşmak, aşkıyla yanıyordu.
Bin sekiz yüz altmış dört, yılı Muharreminde,
Cümle talebesiyle, helâlleşti evinde.
Ayın on dokuzunda, hem de bir Cumâ günü,
Kur'ân'ı dinler iken, teslim etti rûhunu.
Âlim ve evliyâlar, sözbirliği hâlinde,
Şunu bildirdiler ki: "İstanbul dahilinde,
Binlerce evliyâdan, eshâbın hâricinde,
Üçü, en büyüğüdür, bu velîler içinde.
Bu üçünden biri de, Abdülfettâh Akrî'dir,
Kabri, âşıklarının, istifâde yeridir.
İkisi de şunlardır, bu üç büyük velînin,
Murâd-ı Münzâvî'yle, Tokâdî Mehmed Emîn.
Yâ Rabbî, bu üç büyük, velînin hürmetine,
Şifâ ver hasta olan, Muhammed ümmetine.
