YİĞİTLİĞİ CEZAEVİNE KADARMIŞ!
Bir zamanlar kartaldı.
Sonra,
Tüyleri yolundu.
Oldukça şanslı.
Eski Amerika'da olsaydı zifte bulanırdı.
Araştırma en büyük hobisiydi.
Her gün yeni bir araştırma yaptırır.
Gazete ve televizyonda araştırmanın sonuçlarını büyük heyecan ile halkla paylaşırdı.
Küçük dağları yarattığını,
En büyük dağın da, zirvesinde olduğunu düşünürdü.
Muhalefetin en güçlü sesiydi.
Her akşam hükümeti sallamayı adet haline getirmişti.
Bankalarla,
Özellikle de kredi kartları ile uğraşmayı kendine iş edinmişti.
Yiğidi öldürüp, hakkını teslim edelim, çok da başarılı olmuştu bankalarla mücadelesinde.
Mağrurdu.
Burnundan kıl aldırmazdı.
Gücüne öylesine güveniyordu ki ,
Olympos tanrıları gibi yenilmez olduğuna inanmıştı.
Sap döndü, keser döndü, gün geldi hesap döndü.
Polisler bir sabah kapısına dayandığında şaşırdı.
- Ben güçlüyüm bir şey olmaz, diye düşündü.
Hâkim karşısına çıktığında gücünün olmadığını gördü.
Tutuklama kararı çıktığında,
Omuzları çöktü.o
Dizlerinin bağı çözüldü..
İnanamıyordu.
Daha dün milyonlara sesleniyor.
Herkes önünde ceket ilikliyordu.
Evin yapılan aramada kasa içinde silah ve para bulundu.
Bir kaç bin lira değil.
Yüz binlerce lira da değil.
Trilyonlar.
Paranın kaynağı hala açıklanmadı.
Hiç bir iş adamı böylesine ciddi bir parayı kasasında saklamazdı.
Sinan Aygün saklamıştı.
Bankaları güvensiz gördüğü için mi?
Paradan paramı kazanıyordu.
Ve dahi pek çok soru.
Cevabı yok.
Aygün, cezaevinde fazla kalmadı.
Yönetime yakın kadim bir dostunun desteğini aldı.
Dışarıya değişerek çıktı.
Konuşmadı.
Araştırmalara ara verdi.
Hükümeti eleştirmedi.
Neden!
Niçin?
Güçsüz olduğunu,
Yoksa başkalarının daha güçlü olduğunun farkına vardığından mı?
Belki de demir parmaklıklar,
Kasada bulunan trilyonlar,
Fikirlerine yön değiştirtti.
Köşesine çekildi.
Sinan Aygün adı unutuldu.
Ne gazetelerde,
Ne de televizyonlarda yok.
Uysallaştı.
Mağdur mu,
mağrur mu anlaşılamadı.
