ÜFTADE HAZRETLERİ...
Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında, Bursa'da yaşayan büyük velilerden. 1490 senesinde Bursada doğdu.
İsmi; Muhammed olup, babası Manyaslı Mehmed Efendidir. Üftade lakabıyla meşhur oldu.
Bursa'nın çeşitli camilerinde müezzin ve imam olarak vazife yaptı.
1581'daBursa'da vefat etti.
Muhammed Üftade yeni doğduğunda, annesi bir rüya gördü. Çocuğu büyük bir süt deryasında yüzüyordu. Telaşla uyanıp, rüyayı kocasına anlattı.
O da; "Oğlumuz büyüyünce, inşa Allah çok büyük bir alim ve veli olacak." diye tabir etti.
Mehmed Efendi, daha küçük yaşta bulunan oğlu Muhammed Üftade'yi, ipek satan bir tüccarın yanına çalışmaya verdi. Muhammed Üftade, orada çalışmaya başladı.
Fakat bir hafta içinde, ustası ve babası vefat edince, çocuk yaşta ailesinin geçim yükünü omuzuna aldı. Hem çalışıyor, annesinin ve kardeşlerinin kimseye muhtac olmadan geçinmelerini sağlıyor, hem de boş zamanlarında Bursadaki medreselere gidip gelerek, zahiri ilimleri öğrenmeye gayret ediyordu.
Seneler sonra, zahirî ilimleri öğrenerek, Bursa Ulu Camiinde müezzinlik yapmaya başladı.
Sonra Doğan Bey Camiine imam oldu.
Senelerce bu vazifeyi yaparak, insanların ibadetlerini doğru yapmasına vesile oldu.
Muhammed Üftade'nin, Ulu Camii medheden bir beyti, caminin batı kapısı çevresinde hâlen yazılıdır.
Arabi olan beyt şöyledir:
"Ya camial-kebir ve ya mecmaalkibar,
Tuba limen yezurüke fil-leyli vennehar."
Manası:
''Ey Ulu cami! Ey büyüklerin toplandığı yer!
Seni gece gündüz ziyaret edenlere olsun müjdeler!''
Bir gün rüyada Seyyid Emir Buhari hazretlerini gördü. "Bizim camide vaz ve nasihat eyle!" emri üzerine, sabahleyin Emir Buhari Camiinde vaz ve nasihate başladı.
Muhammed Üftade, uzun boylu, müşfik bakışlı, devamlı tebessüm halinde olan bir zattı.
Görünüşü ile etrafındakilere güven ve itimad telkin eder, herkesin takdirine mazhar olurdu.
Kur'an-ı kerim okurken, güzel sesinde sanki ağlıyormuş hali müşahede edilirdi.
Kimsenin kalbini kırmaz, kalb kırarım korkusuyla kendine hakaret edenlere bile hiç karşılık vermezdi.
Camiye sabah herkesten önce gider, yatsı namazından sonra orada gece geç vakitlere kadar ibadet ederdi. Bazı geceler evine giderken, ıssız sokaklarda bir sarhoşa rastlasa, ona yardım ederek, evine kadar götürürdü.
Herkese yardım ettiği için, Bursalılar onu çok severdi.
Bir gün Karacabeyli Hızır Dede isminde bir velinin Bursa'ya geldiğini ve Ulu Caminin yanında ikamet ettiğini öğrendi. Huzuruna varıp, talebesi olmak istediğini bildirdi. O da kabul ederek, Muhammed Üftade'yi yetiştirmeye başladı.
Muhammed Üftade, hocasının verdiği her vazifeyi en güzel şekliyle yaparak hizmet ediyordu. Nefsini terbiye etmek için, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yapıyordu.
Haramlardan şiddetle kaçıyor, şüpheli korkusuyla mübahların bile fazlasını terkediyordu. Bu şekilde hocası Hızır Dede'nin terbiyesinde sekiz yıl canla başla çalıştı.
Onun vefatından sonra da Şeyh-i ekber Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin ruhaniyetinden istifade ederek, kalb gözü açıldı, kemale gelip olgunlaştı.
Her nefes alıp vermesinde Allah'ü Te'ala'ya hamd eder, cenab-ı Hakk'ı bir an olsun hatırından çıkarmazdı. Lüzumsuz hiç konuşmazdı. Konuştuğu zaman da hikmetler saçar, dinleyenlerin herbiri, kâbiliyeti kadar istifâde ederdi. Onun bu konuşmalarını talebesi Aziz Mahmud Hüdayi Vakıat adlı eserinde topladı.
Üftade hazretleri, bir gün katırına binmiş evine giderken, önüne ihtiyar bir zat çıkıp, borçlu olduğunu, yaşlılık sebebiyle çalışamadığını, bu sebeple de borcunu veremediğini bildirdi.
Sonra da bir miktar para istedi. Üftade, adamın haline acıdı ve; "Kimseye söylemezsen borcunu vereyim." buyurdu. Adam söz verince, Üftade;
"Şu taşı kaldır ve altındakileri al!" dedi.
Adam taşı kaldırdı. Altındaki bir miktar parayı görünce, hayret ederek, hepsini cebine doldurdu. Üftade hazretlerine teşekkür ederek ayrıldı.
Parayı saydığında, tam borcu kadar olduğunu gördü. Alacaklıya gidip borcunu verdikten sonra, tamah ederek, tekrar o taşın yanına geldi.
Büyük bir heyecanla taşı kaldırdığında, hiçbir şey bulamadı. Bu işin, Üftade'nin bir kerameti olduğunu anladı. Huzuruna giderek talebesi olup, sohbetiyle şereflendi.
Bir gün Üftade, talebeleriyle kıra çıkmıştı. Talebeler hocalarına takdim etmek üzere, çiçeklerden demet yaparak huzura getirdiler. Herkesin çiçeğini kabul eden Üftade, Aziz Mahmud Hüdayi'nin getirdiği kırık saplı çiçeği görünce; "Evladım! Bütün arkadaşların demet demet çiçek getirdikleri hâlde, sen niçin sapı kırık bir çiçek getirdin?" diye sordu. Hüdayi de; "Efendim, zat-ı alinize ne takdim etsem azdır. Fakat hangi çiçeği koparmak için eğilsem, o çiçeğin; Allah'ü Te'ala'yı zikrettiğini gördüm. Ancak, bu gördüğünüz sapı kırık çiçeğin zikredemediğini görünce, onu size getirdim. Kusurumu bağışlamanızı istirhâm ederim" dedi. Bu cevap, Üftade hazretlerinin çok hoşuna gitti ve Aziz Mahmud Hüdayi'ye hayır dualarda bulundu.
Muhammed Üftade hazretleri, 1581 senesinde Bursa'da hastalandı.
Talebelerini başına toplayıp, onlara son nasihatlerini yaptıktan sonra, Kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Sağlığında kendi yaptırdığı caminin bahçesine defnedildi. Mezarının üzerine türbe yapıldı.
***
Sandukasının başucundaki levhada şu şiir yazılıdır:
''Bağ-ı aşkın andelibi, hazret-i Üftade'dir.
Dertli aşıklar tabibi, hazret-i Üftade'dir.
Vasıl-ı kamil odur, tevhid-i Zata şübhesiz,
Gösteren rah-ı Hüdayı hazret-i Üftade'dir.
Eyleyen ruhundan istimdad erişir matluba,
Halleden her müşkilatı, hazret-i Üftade'dir.
Sıdkile ol Hüdai eşiğinde daima,
Bil hakikat kutb-ül-aktab hazret-i Üftade'dir.''
