13 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Aşık Seyrani...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Develi'li ''Everek'li'' Seyrani'nin doğum tarihi kesin değildir.

1800 veya 1807 yılında doğduğuna dair kayıtlar vardır.

Bugün Kayseri ilinin ilçesi Everek adıyla bilinen Develi'de doğmuştur. Asıl adı; Mehmet'tir.

Babası; fakir bir mahalle camii imamı olan Hoca Cafer Efendi'dir.

Çocukluğu ekonomik güçlüklerle geçmesine rağmen babasının sayesinde medrese eğitimi almaktan geri kalmamıştır.

Seyrani'nin hayatı ile ilgili kesin bilgiler mevcut olmadığından halk kendisi için bazı menkıbeler yayarak, bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Seyrani'nin ününü duyan çevre vilayet ve kaza aşıkları sık sık Develi'ye gelerek onunla atışırlar. Seyrani ustalığını konuşturarak onları pes ettirir.

Ama artık ona Develi dar gelmeye başlamıştır, İstanbul'a gitmeyi arzular.

Seyrani, büyük bir ihtimalle Sultan Abdülmecit'in tahta geçtiği yıl olan 1839 yılında İstanbul'a gelir. O yıllarda İstanbul'da sema-i kahvelerine, söz meclislerine ilgi gösterilir, aşıklar birer bilge kişi olarak görülür, dinlenirdi.

Bu meclislerin tiryakileri, aşıkları yalnız bırakmaz, onları meclisten meclise, kahveden kahveye taşırlardı.

Saray'da devlet erkanının konaklarında, zenginlerin köşklerinde bir araya gelen aşıklar, birbiriyle tanışır, söyleşir, atışırlardı. Bazı paşa ve beyler, şairleri himaye eder onlara rahat bir hayat sağlarlardı. Böylesi bir zamanda İstanbul'a giden Seyrani, zamanın saz ve kalem şairleriyle tanışır, bilişir. Seyrani, İstanbul'a gelmişken yarım kalan medrese öğrenimini tamamlar.

Şu sözleriyle tanımlamıştır bu günlerini:

"Yedi yıl eğlendi, kaldı Seyrani

Bütün tahsil etti ilmi irfanı

Sendeyken her türlü mürüvvet kanı

Bulmadın derdime çare İstanbul"

Ancak Seyrani karakteri gereği, etrafında gördüğü yanlışlıklara, bu yanlışlıkları yapan Padişah da olsa görmezlikten gelemeyen ve şiirlerinde bu durumları ağır bir şekilde hicveden bir şairdir.

Bu yüzden hakkında soruşturma açılmış ve yakalanmamak için de Develi'li bir dostunun yardımıyla Develi'ye kaçmak zorunda kalmıştır.

Bir süre burada kalan Seyrani daha sonra Halep'e gider.

Burada da tutunamayan Seyrani tekrar Develi'ye gelir. Yakalandığı sinir hastalığından dolayı ona; "Deli Seyrani" denmiş, son yıllarını Develi'de yoksulluk içinde geçirmiştir.

Yoksulluğunu, çektiği acıları, dik kafalı bir ozan oluşuna bağlamak pek yanlış olmaz.

Seyrani devrindeki gelişmeleri yakından takip etmiş, yanlışlıkları eleştirmiş, şiirlerinde kendisinden önceki ozanların alışılmış konu sınırlarının dışına çıkmıştır. Olaylara genellikle eleştirel gözle bakmış ve halkın sesi olmaya özen göstermiştir.

Şiirleri hem ele aldığı konu bakımından hem de kafiye yapısı bakımından çeşitli ve zengindir.

Şiirlerini daha çok hece ölçüsüyle yazmıştır.

Asıl ününü hece ölçüsüyle yazdığı koşma, semai, destan, nefes ve şathiyeleriyle kazanmıştır.

Şiirlerinde daha önce kimsede rastlanmayan kafiye yapılarına yer vermiştir. Şiirlerinde bazen bir tarikat ehli, bazen siyasi bir eleştirmen, bazen de koyu bir aşık olur.

Bu da Seyrani'nin içten, dindar, duygulu ve duyarlı bir kişi olduğunu gösterir.

***

Seyrani Şiirleri:

''Acep güzel sana neyledim bilmem

Sensin bu dertlere daldıran beni

Gözüm yaşlı kaldı ağlarım gülmem

Yok elimden tutup kaldıran beni

***

Yar zülfünden bana gelen kokunun

Sebep ne ki hatırıma dokunun

Bu alemde yine mihnet okunun

Sensin nişanına aldıran beni

***

Biz aşıka sultanlığın hanlığın

Ne dostluğun belli ne düşmanlığın

Değil midir senin kalpazanlığın

Böyle mihenklere çaldıran beni

***

Mimar olan elin çekmez yapıdan

Biçare Seyrani geçmez kapıdan

Aşkın gemisine edip kapıdan

Sensin deryalara saldıran beni

***

Açıl ey gonca-i bağ-ı letafet

Bülbülü zar eden sen değil misin

Meseldir arife tarif ne hacet

Beni naçar eden sen değil misin

***

Göz halkeden etmiş baktırmak için

Ağlatıp gözyaşı aktırmak için

Karanlıkta şem'e baktırmak için

Nurunu nar eden sen değil misin

***

Seyrani maksudun çifte ben iken

İki beş yüz bir hesapta bin iken

Meydan-ı muhabbet arştan gen iken

Başıma dar eden sen değil misin..'' 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *