Peygamberimizin Hilmi...
Peygamberimiz , peygamberlikten önce de ''Hilm'' sıfatının üstünlüğü ile kavminın en büyüğü idi.
Her hilim sahibinden, muhakkak, bir zelle ''sürçme'' sadır olmuştur.
Fakat Resulullah aleyhisselatü vesselam bundan masun bulunmuş, eza ve işkencelerin çoğalması, kendisinin ancak sabrını artırmıştır.
Peygamberimiz, şahsına karşı işlenmiş olan suçlardan dolayı asla öç almazdı.
Peygamberimiz, hata araştırmaz ve ümmetinin hatalarını görmezlikten gelirdi; insanların en çabuk razı olanı ve suç bağışlayanı idi.
Hazret-i Ali buyurmuştur ki;
''Peygamber aleyhisselatü vesselam, meclisine gelen yabancıların sözlerinde ve fiillerinde kaba davrananlara müsamaha göstererek onları hoş görürdü, Ashabı da Resûlullah gibi muamele ederlerdi." demiştir.
Enes bin Malik der ki; "Resulullah aleyhisselatü vesselam ile birlikte yürüyordum. Resulullah'ın üzerinde; "Necran" kumaşından yapılma kalın yakalı bir cübbe vardı. Bir bedevi, arkadan yetişip Resulullah'ın cübbesinden şiddetle çekti.
Kendisine doğru öyle şiddetli bir çekişle çekti ki, Peygamber aleyhisselatü vesselam, bedevinin göğsüne doğru döndü.
Cübbe yırtıldı da yakası Resulullah'ın boynunda kaldı.
Resulullah'ın boynuna baktım. Bedevinin çekişinin şiddetinden, cübbenin yakası Resulullah'ın boynunda iz bırakmıştı.
Bedevi; "Ya Muhammed! Allah'ın, senin yanında bulunan malından şu iki devemin üzerine yükle! Çünkü sen, bana ne kendi malından, ne de babanın malından yükleyecek değilsin!" dedi.
Peygamber aleyhisselatü vesselam, biraz sustuktan sonra; "Mal, Allah'ın malıdır.
Ben de O'nun kuluyum. Ey Arabi! Sen bana yaptığın şeyden dolayı misliyle mukabele olunacaksın!" buyurdu.
Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz: "Hayır! Allah'tan mağfiret dilerim! Hayır! Allah'tan mağfiret dilerim! Hayır! Allah'tan mağfiret dilerim ki beni çekiştirdiğinden dolayı seni de çekiştirip ödeşmedikçe senin için bir şey yüklemeyeceğim!" buyurur.
Arabi de her defasında; "Vallahi, ben bundan dolayı misliyle mukabele ettirmem!" diyordu.
Resulullah; "Niçin ettirmiyorsun?" diye sordu.
Arabi; "Çünkü sen, kötülüğü, kötülükle karşılamaz, cezalandırmasın da ondan!" dedi.
Bunun üzerine Resulullah aleyhisselatü vesselam tebessüm etti.
Sonra da bir adam çağırdı. "İki deveden birisine arpa, diğerine hurma yükle!" buyurdu.
Enes bin Malik der ki;
"Peygamber aleyhisselatü vesselam'a, on yıl hizmet ettim. Bana ne öf dedi, ne yapmadığım bir iş için keşke onu yapaydın ne de yaptığım bir iş için bunu ne diye yaptın?" dedi.
"Resûlullah aleyhisselatü vesselam bir gün, beni bir hacet için gönderdi. Ben gitmek istemedim. Halbuki içimden, Allah'ın peygamberinin bana emrettiği işi yapmak geliyordu.
Dışarı çıktım. Çocukların yanına uğradım.
Onlar, çarşıda oynuyorlardı. Derken, Resulullah aleyhisselatü vesselam, arkamdan kafamı tuttu, kendisine baktım, tebessüm ediyordu.
"Ey Enescik! Sana emrettiğim yere gittin mi?" diye sordu.
"Gidiyorum ya Resulallah" dedim ve yoluma devam ettim.
''Şanım hakkı için, size kendinizden öyle izzetli bir Peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size düşkündür, Mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.'' (Tevbe;128)
Peygamberimizin ahlakı başlı başına bir mucize idi. Çünkü O, güzel ahlakın tamamlayıcısı olarak gönderilmişti. İşte bunların en başında da hilm sıfatı gelmektedir. Hayatı boyunca ona yapılan sıkıntılara, cahilliklere, kaba söz ve davranışlara hep hilimle mukabele etmiş, bilerek kimseyi incitmemiş ve kırmamıştır.
Peygamberimiz, kimseyi incitmez, herkese cömertlik ve hoşgörüyle yaklaşırdı:
İnsanlar sürekli şefkatli üstün bir gözetime, güler yüzlü bir hoşgörüye, kendilerini saran bir sevgi atmosferine, bilgisizlikleri, zayıflık ve eksiklikleri yüzünden sıkmayan bir yumuşaklığa ihtiyaç duyarlar. Ayrıca, kendilerine veren, ancak onlardan bir şey beklemeyen, üzüntüleriyle ilgilendiği halde kendi derdiyle onları üzmeyen, yanında her zaman, ilgi, gözetim, şefkat, hoşgörü, sevgi ve hoşnutluk buldukları büyük bir kalbe muhtaçtırlar.
İşte Resulullah'ın kalbi böyle bir kalpti ve insanlarla birlikte böyle yaşıyordu.
Bir kerecik olsun kendi şahsı için onlara kızmadı. Beşeri zaaflarından dolayı onlara karşı kalbinde bir sıkıntı hissetmedi. Hayatın nimetlerinden hiçbir şeyi kendine mal etmedi; aksine, elinde ne varsa hepsini büyük bir hoşgörü ve cömertlikle onlara verdi. Yumuşaklık, iyilik, şefkat ve yüce sevgiyle onları sardı. O'nunla konuşan, O'nu gören hiç kimse yoktur ki, kalbi O'nun büyük ve geniş gönlünden fışkıran sevgi duygularıyla dolmasın.
(Fi Zılalül-Kur'an Tefsiri.)
