Eski Türklerde dokuz, kutsal ve önemli bir sayıdır.
Türk kağanlarının dokuz tuğu bulunurdu.
Osmanlı Türklerinde de görülen, verilen armağanın dokuz sayısı ile ölçülmesi geleneği çok eskilere dayanır.
''Dokuz'' kelimesinin Eski Türkçedeki söylenişi tokuz'dur.
Eski Türk boylarının kimilerinin adlarında dokuz sözcüğü geçer.
Mesela; ''Tokuz Oguz Dokuz Oğuz, Tokuz Ogur Dokuz Ogur, Tokuz Tatar Dokuz.''
Dokuz sayısı, Türkler'in destanlarında da çokça geçer.
Dokuz ağaç, dokuz boy, dokuz dallı ağaç, dokuz dev, dokuz felek, Dokuz Oğuz gibi...
''Rivayetlere göre Ahmed Yesevi kuddise sırruhu'l-aziz dergahında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir.
Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder.''
Sonuç olarak dokuz ve dokuzun katları olan doksan, dokuz yüz, dokuz bin sayıları Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir.
Bu sayılar, kutsal olan varlıklar için kullanıldığı gibi kahramanlar için de kullanılmıştır.
Ayrıca Türkler'in önemli kutlama günlerinin tarihlerinde de dokuz sayısına rastlarız.
Devlet yönetimine de işleyen dokuz sayısı coğrafi adlarda da görülmüştür.
Kimi tarihçiler Türkler'in atası olan Yafes'in oğullarını da dokuz sayarlar.
Bundan dolayı Türkler uğur dileyerek, dokuz üzerine hesaplarını yaparlar.
Rasulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin şeriatına uygun olarak da; ''dokuz'' sayısının öteki sayılara üstünlüğü açıktır.
Çünkü; Allah Te'ala'nın güzel adları doksan dokuzdur ki, dokuz ondan ve dokuz birden meydana gelmiştir.
Alemlerin sayısı on sekiz bindir.
Ashabın arasında yapılan derecelendirmede dokuz tabakadan oluşur:
Rasulüllah'ın nübüvveti tamamlandığı zaman eşlerinin sayısı dokuz idi.
Rasulüllah'ın savaşlarda kullanmak üzere 9 kılıcı,
7 zırhı, 6 yayı, 2 kalkanı, 5 mızrağı, 2 miğferi vb. silâh ve teçhizatı vardı.
Rasulüllah, 12 yıl 5 ay 13 gün Mekke'de, 9 yıl 9 ay ve 9 gün Medine'de olmak üzere toplam 23 yıl peygamberlik yapmıştır.
Dokuz sayısının İhramcızade Hacı İsmail Hakkı Efendi Hazretlerinin hayatında önemli bir yer tuttuğunu, hatim hocası olan Mesudiyeli Cavit Kayhan'ın banttan kendi sesinden bizzat dinlediğimiz menkabeden duyduk.
Menkabe şöyledir
''Bir tarihte İstanbul'a Şeyhime harçlık olarak dokuz altın gönderdim. Şeyh Efendimde birinin dokuz altın borcuna kefil olmuş.
Kefalet parası için dokuz altın istendiği an bizim gönderdiğimiz dokuz altının havalesi eline gelmiş. Şeyhim bu halden gayet memnun ve mesrur olmuşlar.
Alem-i vakıada manevi halde iki elini kaldırmış ve bir parmağının kapalı olduğunu gördüm.
Emanet yerini buldu. Dokuz parmak dokuz altın olduğu işareti ile emanet yerini bulmuş olduğunu kabul ettim.''
Bunun sırrı kitaplara sığmaz
İslam'ın yayıcısı ve müjdecisi, Rasulüllah olduğu için onun sohbet şerefine erenler, müslümanlar arasında büyük bir kıymet ve itibara sahiptir.
İşte ashab dediğimiz kimseler, ümmetin bu bahtiyarlarıdır.
Ancak ashabında derecesi bir değildir. Bu derece, onların kendi kişiliklerine ait faziletlere, İslam'a ettikleri hizmete ve İslam'ı kabul hususundaki sıralarına göredir.
Buna göre Ashab mertebelerine göre dokuz tabakaya ayrılmıştır.
Birinci tabaka
Cennetle müjdelenen on kişi, bütün ashabtan üstündür.
İlk dört halife, yani Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa'd, Hz. Said, Hz. Abdurrahman ve Hz. Ebu Ubeyde radiyallahü anhüm.''
İkinci Tabaka
Hz. Ömer'in İslam olmasından sonra müslümanlığı kabul edenler oluşturur.
Üçüncü Tabaka
Akabe'de ilkönce biat eden Ensar.
Dördüncü Tabaka
Akabe'de ikinci kez biat eden Ensar.
Beşinci Tabaka
Rasulüllah'a hicretinde Küba'da yetişen Muhacirler.
Altıncı Tabaka
Bedir savaşında bulunan Muhacirler ve Ensar.
Yedinci Tabaka
Bedir Savaşıyla Hudeybiye Seferi arasında hicret edenler.
Sekizinci tabaka:
Şecere-i Rıdvan ''Hoşnutluk ağacı'' altında biat eden Ashab.
Dokuzuncu Tabaka
Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra gelen muhacirler.
Bu tabakaların içinde ulu ashabdan bazıları,
Suffe Ashabı arasında seçkin kişiler vardı.
Bu kişiler Ashab arasında yiyecek, giyecek gibi şeylerden veya yatacak yerden mahrum bazı fakirlerdi. Bunlar için her akşam Efendimiz'in kutlu evinin avlusunda bir sofra kurulur ve önlerine kavrulmuş arpadan meydana gelen bir kap yemek konurdu. Bunlar, geceleri Efendimiz'in mescidinin kuzey yanındaki sofasında yatarlardı.
(İbn. Kayyım, Zadu'l-Mead)
