31 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Kar yağışlı
1°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Her Canlı Allahı Zikrediyor...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hak dostlarından Üftade Hazretleri, birgün müridleriyle bir kır sohbetine çıkar.

Emri üzerine bütün dervişler, kırın rengarenk çiçeklerle bezenmiş yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirirler.

Ancak, Aziz Mahmud Efendi'nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardır yalnızca...

Diğer müridlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmud Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder.

Üftade Hazretleri, diğer müridlerini de irşad maksadıyla, onların meraklı bakışları arasında, sanki işin sır ve hikmetinden bi-habermiş gibi sorar;

''Evladım Mahmud! Herkes demet demet çiçek getirdiği halde, sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin?''

Kadı Mahmud; edeple başını önüne eğerek cevap verir;

''Efendim! Size ne takdim etsem azdır.

Lakin hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu; Allah, Allah! diyerek, Rabbini zikreder bir halde buldum.

Gönlüm onların zikirlerine mani olmaya razı gelmedi. Çaresiz ben de elimdeki, zikrine devam edemeyen, şu solgun çiçeği getirmek zorunda kaldım…''

Cenab-ı Hak, yarattığı canlı-cansız bütün mahlukatına kendini tanıtmış ve onları daimi bir surette zikirle vazifelendirmiştir.

Bu sebeple mahlukatın hepsi, bizim idrakimiz dışında, kendi dillerince ve hususiyetleri mucibince, tabii ve periyodik bir zikir halindedir.

Yani Allah'ı tanıyıp itaat etme keyfiyeti, insana has bir durum değildir.

Hatta diğer varlıkların, gayr-i iradi de olsa, bu hususta nice insanlardan daha yüksek bir seviyede bulunduğu ifâde edilmiştir.

Qyet-i kerîmede;

''...Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. Bunları Biz yapmaktayız.''

(el-Enbiya; 79)

Rabbimizin; dağların, taşların, kuşların zikrini haber vermesi ve buna benzer bütün beyanları, zikir hususunda cemadat ve hayvanattan daha gafil kalmaması için, mahlukatın en şereflisi kılınan insanoğluna açık bir ikaz mahiyetindedir.

Peygamber Efendimiz, yolda giderken bir grup insana rastladı. Binek hayvanlarının üzerinde durmuş sohbet ediyorlardı.

Onlara şöyle buyurdu;

''Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve kullanmadığınız zaman da güzel bir şekilde bırakın, dinlendirin.

Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin. Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Te'ala'yı ondan daha çok zikretmektedir.'''

(İ.Ahmed)

İşte bu hassasiyet sebebiyledir ki mü'minler, Allah'ı zikrettikleri için zerreden kürreye kadar bütün varlıklara ulvi bir nazarla bakarlar.

Sarı çiçekle içli içli hasbihal eden Yunus Emre'nin; ''Benim bir karıncaya, ulu nazarım vardır…'' buyurması da bu hikmetin veciz bir ifadesidir.

Ayet-i kerimelerde;

''Görmez misin ki; göklerde ve yerde olanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor.

Birçoğunun gafleti sebebiyle üzerine de azap hak olmuştur..'' (el-Hacc;18)

''Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder.

O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız...''

(el-İsra;44)

Kainattaki bu ilahi zikir proğramından yalnız cinlerin ve insanların gafilleri mahrum haldedir.

Zira cinler ve insanlar, imtihana tabi ve irade sahibi varlıklar olmaları sebebiyle hayra da şerre de istidatlı kılınmışlardır.

Bu sebeple Allah'a kulluktan kaçınıp, emrine muhalefet etmek bedbahtlığı, mahlukat içinde yalnızca bu iki zümrenin şaşkın gafillerine has bir durumdur.

Kainatı dolduran varlıklardaki bu muhteşem zikir, tesbih ve ibadet proğramı karşısında, Allah tarafından mükerrem kılınmış olan insanoğlunun bir hisse alamaması, alık ve abus bir halde zikirden uzak kalması, ne büyük bir aldanıştır!..

Mahlukatın zikrini işitebilmek; ancak zikir ve tesbihin ruhaniyeti altında, takva üzere yaşanan halis bir kulluk hayatıyla gönlün saf hale gelip hakikat alemine vakıf olması durumunda ve Rabbimizin lütfettiği ölçüde mümkün olabilir. Nebevi terbiye altında yetişen güzide sahabilerden Abdullah ibn-i Mes'ud; ''Biz boğazımızdan geçen lokmaların tesbihlerini duyar hale gelmiştik!'' buyurması da, bu hakikatın açık bir misalidir.

(Buhari)

Hilyetü'l-Evliya adlı eserde; Mugire bin Hakim es-San'ani, herkes gözlerini yumup uykuya daldığında denize iner ve oradaki canlılarla birlikte Allah'ı zikre başlardı. (Ebu Nuaym)

Şah-ı Nakşibend Hazretleri de, hastalara, kimsesizlere, hatta hayvanata hizmet etmiş ve gönlü Allah'ın zikriyle öylesine rakik bir hale gelmişti ki, hayvanatın inilti suretinde hazin hazin sesler çıkarıp Hakk'a iltica etmelerini hissetmeye başlamıştı.

Gönül gözü açık bir insan, bütün alemin ilahi tecellilerden ibaret olduğunu idrak eder, her şeyde ilahi sanatı seyreder. Kainattaki her zerre, ona ilahi bir neşveden haber verir.

Minicik kuşların bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat nağmeleri bile, Hakk'a teşne gönüller için en duygulu tesbihlerdir…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *