Dilimizi Zikrullaha Alıştırmalıyız...
Sahabeden biri;
Ya Rasulallah! İslami hükümler çoğaldı.
Bana Allah'ın rızasını ve ahiret saadetini kolayca kazanacağım bir şey öğret ki, yapayım, deyince;
Efendimiz ona;
"Dilin zikrullah tesbihiyle daima ıslak olsun." buyurmuşlardır.
Allah'ı zikretmek, Allah lafzını sadece kelime olarak tekrarlamaktan ibaret değildir.
Zikir, ancak tahassüs istidadının merkezi olan kalbde mekan bulduğu zaman niyet ve amellerin seviye bulmasına amil olur. İşte bu keyfiyette bir zikir, kulun bezm-i elestte; "Evet! Sen bizim Rabbimizsin!" şeklinde Cenab-ı Hakk ile yapmış olduğu ahdine vefa göstermesi ve o sadakatle Rabbini asla unutmamasıdır.
Zikrullah'tan gafil kalmanın büyük tehlikesinden dolayıdır ki, Cenab-ı Hak biz kullarına bu hususta pek çok ikazlarda bulunmuştur. Hatta Hazret-i Musa ve Harun birer peygamber oldukları halde Cenab-ı Hak onları Firavun'a gönderirken;
"Sen ve kardeşin, birlikte ayetlerimi götürün.
Beni anmayı ihmal etmeyin." (Taha, 42) buyurarak, onları dahi bu ikazdan hariç tutmamış, bu suretle muhtemel ki bizlere bir örnek ve ibret teşkil etmesini murad eylemiştir.
Mü'min gönüllerin gaflet katılığından kurtulup ilahi rızaya nail olabilecek hassasiyete ulaşmasının yolu, zikr-i daimiden geçmektedir.
Bu da bir müddet veya bir mevsim değil; bir ömür boyu, her nefes alıp verişte zikrullah şuurunu taşımakla mümkündür ki, ancak bu sayede manevi uyanıklık hasıl olur.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de;
"İman edenlerin Allah'ı zikretme ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalblerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?" (el-Hadid, 16) buyurur.
Bu ayet, Mekke'de çile ve sıkıntı içinde yaşadıkları halde, hicretten sonra bol rızık ve nimetlere kavuştukları için gevşeyen bir kısım sahabiyi uyarmak için nazil olmuştur.
Bu itibarla bizler de Rabb'e sonsuz bir muhabbet iklimine girerek, dünyevi ihtirasların ve fani menfaatlerin sarsamayacağı bir manev zindeliğe erişme gayreti içinde bulunmalıyız.
Zira sevenler sevdiklerini daima gönüllerinde taşırlar ve asla hatırlarından çıkarmazlar.
Sevgisiz bir kalb ise, ham toprak gibidir.
Marifet sevmektedir. Zira varlığın sebebi muhabbettir. Cenab-ı Hak zatına duyduğu muhabbet saikıyla bilinmeyi murad etmiş ve bu alemi yaratmıştır. Sevginin büyüklüğü, sevilen uğrunda yapılan fedakarlık ölçüsündedir.
İşte seherlerde uyanıp Hak Te'ala'ya iltica etmek de bu halin en bariz misallerinden biridir.
Mü'minlerin daimi bir zikrullah şuuruna sahip bulunması gerekmekle birlikte, diğer taraftan zikrin en bereketli vakti; "seherlerdir.''
Cenab-ı Hak gecenin bu vaktinde ifa edilen zikre, sair zamanlardakinden daha fazla kıymet vermektedir. Zira seherlerde zikir ve ibadetle meşgul olabilmek, diğer zamanlardan daha zordur.
Bu sebepledir ki, seherleri ihya, kulun Rabbine karşı duyduğu halisane muhabbet ve ta zimin bir ifadesidir. Gönüldeki aşk ve muhabbet-i ilahiyyenin şiddeti ne kadarsa muhakkak ki gece namazına ve tesbihata rağbet de o derecede tezahür eder.
Bu bakımdan da, gece namazı ve tesbihatı, adeta yüce yar ile buluşup sohbet etme mahiyeti taşır.
Ayet-i kerimelerde buyurulur;
"Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et.
Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir gün olan ahireti ihmal ediyorlar." (el-İnsan, 26-27)
"O muttaki kimseler geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için yanlarını ''tatlı'' yataklarından kaldırırlar. Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini umarak dua ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infak ederler." (Secde; 16)
Görüldüğü üzere seherlerini uykuya mahkum edenler, çöle, denize ve yalçın kayalıklara yağan bereketli nisan yağmurlarının heba olması gibi, bu bereket ve feyizden mahrum kalırlar.
Ya Rabbi! Biz kullarını bir nefes bile Sen'den gafil -eyleme!
