Tebük Şehidi...
Tebük Seferi'nde yalnız bir sahabi şehid olmuştur.
Bu sahabi, müşrik bir kabile içinde İslam'la şereflenen Abdullah el-Müzeni'dir. Babası öldüğünde ona hiç mal bırakmamıştı.
Zengin olan amcası, onu yanına alıp büyütmüş ve mal sahibi yapmıştı. Allah Rasulü, Medine'ye hicret ettiği zaman Abdullah müslüman olmak istemişse de müşrik amcası, yüzünden buna muvaffak olamamıştı. Peygamber Efendimiz, Mekke'yi fethedip Medine'ye döndüğü zaman Abdullah, amcasına;
''Ey amca! Müslüman olmanı hep bekledim durdum. Senin hala Muhammed'i arzu ettiğini göremiyorum! Bari benim müslüman olmama izin versen?'' dedi.
Amcası:
''Eğer sen Muhammed'e tabi olacak olursan, üzerindeki elbisene varıncaya kadar, sana vermiş olduğum şeylerin hepsini çeker alırım!'' dedi.
Abdullah:
''Ben, vallahi Muhammed'e tabi oldum!
Taşa, puta tapmayı bıraktım bile! Elimdeki şeyleri alırsan al!'' dedi.
Amcası, elbiselerine varıncaya kadar her şeyini aldı.
Abdullah, elbisesiz olarak, anasının yanına gitti. Anası, kalın kilimini iki parçaya ayırdı. Abdullah,
onun yarısını belinden yukarısına, yarısını da belinden aşağısına sardı.
Kararlıydı, bir an evvel Medine'ye varıp Allah Rasulü'ne kavuşmak istiyordu.
Önündeki bütün engeller gözünde bir hiç haline gelmişti.
Daha fazla duramadı, kendisini sıkıştıran kavminden yakasını kurtararak o gece gizlice yollara düştü.
Uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından, eli ayağı parçalanmış, açlık ve susuzluktan takati kesilmiş, perişan bir halde Medine'ye yaklaştı.
Heyecanı had safhadaydı.
Fakat bir an, üzerindeki kaba çullarla Kainatın Serveri'nin huzuruna çıkamayacağını düşündü.
Allah Rasulü'ne kavuşma heyecanıyla kendinden geçen genç sahabi, görenlerin hayret dolu nazarları arasında soluğu Mescid-i Nebevi'de aldı.
Seher vaktine kadar mescidde yattı.
Peygamber, sabah namazını kıldırdı.
Cemaate göz gezdirip evine döneceği sırada Abdullah'ı gördü. Kimsesizlerin, yalnızların ve mazlumların sığınağı olan Rahmet Peygamberi,
o mübarek sahabiyi şefkat ve muhabbetle bağrına bastı.
İsminin Abdüluzza olduğunu öğrenince;
''Sen Abdullah Zü'l-Bicadeyn çifte çul, kilim sahibisin! Bana yakın yerde bulun! Sık sık yanıma gel!'' buyurdu.
Abdullah, suffede bulunuyor, Kur'an-ı Kerim öğreniyordu. Kur'an-ı Kerim'den birçok sureleri okuyup ezberlemişti.
Allah Rasulü'ne aşk ile bağlanan bu mübarek sahabi, O'nun yanında cihaddan cihada koşuyor, şehid olup Rabbinin yolunda canını feda etme arzusuyla yanıp tutuşuyordu.
Tebük Seferi'ne çıkılırken kendisine şehadet nasib olması için Hazret-i Peygamber'den ısrarla dua taleb etti.
Rasulullah:
''Ey Allah'ım! Onun kanını kafirlere haram kıl!'' diyerek, dua etti.
''Ya Rasulallah! Ben öyle istememiştim!'' dedi.
Allah Rasulü;
''Sen Allah yolunda harbe çıkar da hummaya tutularak ölürsen, şehidsin! Hayvanın seni düşürüp boynunu kırarsa, sen yine şehidsin! Gam çekme! Bunlardan hangisi olursa, şehidlik için sana yeter!'' buyurdular.
Gerçekten onun şehadeti mucizevi bir şekilde Allah Rasulü'nün buyurduğu surette tahakkuk etti.
Ordunun dönüş hazırlıklarıyla meşgul olduğu bir gece, biri Peygamberlerin Seyyidi, ikisi de Allah ve Rasulü'nün dostu üç kişi, bir meş'ale ışığı altında cenaze taşıyorlardı. Bu üç kişi; Hazret-i Peygamber Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer idi.
Taşıdıkları cenaze ise, Abdullah Zü'l-Bicadeyn idi.
Abdullah bin Mes'ud, gıpta ile seyrettiği bu manzarayı şöyle anlatıyor:
''Gece karanlığında, mücahidlerin çadır kurdukları sahanın bir köşesinde hareket eden bir ışık gördüm.
Kalkıp takip ettim. Bir de ne göreyim; Rasulullah, Ebu Bekir ve Ömer, Abdullah Zü'l-Bicadeyn'ın cenazesini taşıyorlar. Bir yere geldiler, kabir kazdılar. Rasulullah, kazılan kabre indi.
Ebu Bekir ve Ömer, cenazeyi Efendimiz'e sunmak için hazırladılar.
Allah Rasulü:
''Kardeşinizi bana doğru yaklaştırın.'' buyurdu; yaklaştırdılar. Cenazeyi kucağına alan Rasalullah, onu kabirde yatacağı yere ve yöne yerleştirdikten sonra doğruldu ve şöyle niyaz etti:
''Ya Rab! Ben ondan razıyım, hep razı olageldim,
Sen de razı ol…''
Abdullah bin Mes'ud, sözlerine devamla diyor ki;
''Bu manzara karşısında içim dolu dolu oldu. Zü'l-Bicadeyn'e gıpta ettim.
O an:
''Ne olurdu bu kabrin sahibi ben olaydım! Keşke oraya bu iltifat-ı Peygamberi ile gömülen ben olsaydım!'' diye ne kadar arzu ettim. (İbn-i Hişam)
