Hidayet ve Dalalet..
Her şey Allah'ın kaza ve kaderi iledir.
Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar.
Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.
Hidayette dalalette Allah'tan'dır.
Ancak hidayet insanın kazanımı sonucu Allah'ın vermesi iledir.
İnsan ise, hidayeti kendi hür iradesi ile Allah'tan ister ve ya hür iradesi ile dalaleti ve küfrü tercih eder.
Burada istemek insandan, vermek ise, Allah'tan'dır. Nitekim ayet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere göre rızık da şifa da yaratılması ve verilmesi Allah'tan'dır; ama bunları kazanmak ve elde etmek insanın iradesi ile istemesi ve çaba sarf etmesine bağlıdır.
İnsan, rızkı kazanmak için ne kadar çalıştığı,
şifayı elde etmek için doktor ve ilaçlara başvurduğu görülmektedir.
Sonunda; şifayı da rızkı da veren Allah'tır.
Hidayet; ''büyük bir nimettir, ruhun cennetidir ve ebedi saadetin vesilesidir.''
Allah, hidayet nimetini insanlara peygamberleri, kitapları ve insanların da bunları istemeleri, kalplerini gönüllerin, kafalarını ve beyinlerini çalıştırmaları şartı ile vermektedir.
Kişi ilim öğrenmez, inanmaz, okumaz ve gerçeğe dair bilgileri elde etmek ve hidayeti bulmak için çaba sarf etmezse rızkı ve şifayı'da bulamaz.
***
Bir Bağdat Hatırası:
Sene 1966-67'da Balıkesir'in Gönen İlçesinden bir arkadaşım, İbrahim Bozkurtla Bağd'ta lise diplomalarımızı Üniversite rektörlüğüne takdim ettik, ancak üç ay gibi bir zamanda Üniversiteye kabülümüz tamamlanamadı.
Bir gün paramız bittiği için oteli terkettik ve Bğdat-ı ikiye bölen Dicle kenarına gittik.
Orada sabahlıyacağız ve böylecede otel parasından kurtulacağız.
Ne var ki, sivri sineklerden rahatlık bulamadık ve arkadaş bütün israrıma rağmen sıgara yaktı sineklere üflüyordu.
Aradan yarım saat geçmedi ki, etrafımız polislerle çevrildi.
Bizi orada yakaladılar elimizede kelepçe vurarak, Bağdat İstihbarat Müdürlüğüne götürerek bizi hapsettiler.
Bizi yakalayan polislerden birisi her on dakikada karşımıza geliyor ve sabahleyin boyunuz kesilir diyor, içimize korku saçıyordu.
Bizde bunları duydukça pskolojimiz bozuldu ve korkmağa başladık.
Allah'a dua ediyoruz...
Sabah oldu saatt; dokuz.
Müdür geldi, makamına geçti. On dakika sonra aynı polis, zindanın demir kapısını açtı ve Müdürün makamına doğru bizi götürüyor ama içimizde ki korkunun voltu yükseldi.
Müdürün odasına geçtik sonumuzu düşünürken, Müdür bize döndü ve; ''hoşgeldiniz'' dedi.
Hemde Türkçe söyledi.
Müdür bize baktı halimiz perişandı.
Oturun şuraya dedi ve oturduk.
Sizin karnınız da açtır dedi ve aynı polisi kebapçıya göndererek iki kişilik kebep getirtti.
Aç karnımızı doyurduk sonunda n'olacak onu düşünürken, Müdür bize; Allah aşkına Çin, komünist bir ülke olmasına rağmen Bağdatta okuyan müslüman öğrencilerine sahip çıkıyor.
Ne yazıkki; ''Türkiye, halkının % 99'zu müslüman olmasına rağmen Türk Elçiliği kendi vatandaşına sahip çıkmıyor dedi.''
Bu Müdür, Kerkük'ün şerefli eşrafından Albay İhsan Hürmüzlü idi.
Cebimize para koydu ve yanımıza da bir polis memuru katarak, Bağdat Evkaf Divanına gönderdi ve Evkafın Avukatlarından Kerkük'ün şerefli ailelrinden Habip Hürmüzlü bize sahip çıktı, bize o günün parası ile onbeşer Irak dinarı burs bağlattı.
Ayrıca da Üniversiteye kayıt işlemimizi süratlendirdi.
Biz kendilerini her zaman minnetle anıyor, dualarımızdan onları eksik etmiyoruz.
***
Bunu niye paylaştım:
"Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz."
(Bakara; 216)
''Sizin hayır gördüklerinizde şer,
Şer gördüklerinizde hayır vardır...''
(Hadis-i Şerif).
Tüm tedbirlerini al, kaderi akışına bırak...
Kaderi zorlama...
O'nu, ''Kaderi''senin değiştirmene gücün asla yetmez...
