Zalim İdarecinin Hayrı...!
Padişahın biri, cuma günü camiye gidiyordu. Muhafızları, caddeye üşüşen halka bir taraftan;
"Çekilin!..çekilin...
diye haykırıyor, diğer taraftan da tekmeyle, sopalarla padişaha yol açmaya çalışıyorlardı.
Bu esnada, tesadüfen orada bulunan zavallı bir fakir de, muhafızlardan bir çok sopa yemiş, kan revan içinde kalmıştı.
Dayanamadı ve Padişahın arkasından şöyle bağırdı:
"Şu yaptığın zulme bak! Halkın önünde böyle yaparsan, Allah senin gizli zulümlerinden cümleyi korusun!.
Güya camiye gidiyor, hayır işlediğini sanıyorsun!.. Senin hayrın buysa, şerrin kimbilir nedir?.."
Mesnevi:
"Zalimlerin hayırları böyledir; artık kötülüklerini var sen kıyas et!.."
Asr-ı saadet ve Hulefa-i raşidin devirleri, tarihte insanlığa emsali görülmemiş huzur ve saadet bahşetmiş, sayısız ve muhteşem insani örnekler gerçekleştirmiştir.
Hz. Ömer, hilafete geçtiği zaman:
"Ey nas! Ben hakdan, adaletten ayrılırsam ne yararsınız?" diye sormuştu.
Ahaliden biri:
"Ya Ömer! Sen eğrilir, hakdan inhiraf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz!" cevabını verince,
Hz. Ömer:
"Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış!" diyerek, şükretti ve sevindi.
Hz. Ömer, bilindiği üzere hilafeti esnasında maddi sıkıntı içinde idi. Zor geçiniyordu.
Halbuki hazine ganimetlerle dolmuş durumdaydı.
Ashabdan bazı ileri gelenler, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'ya babasının hazineden geçinecek kadar bir tahsisat almasını teklif etmesini telkin ettiler.
Hz. Peygamber'in zevcesi olan Hz. Hafsa'da babasına bu teklifi yapınca, Hz. Ömer, kızına:
"Kızım sen Hz. Peygamber'in zevcesiydin.
Bana söyler misin, Hz. Rasulullah'ın yemede içmede hali nasıldı?" diye sordu.
"Kifayet mikdarı idi." cevabını alınca Hz. Ömer, sözüne devam etti:
"İki arkadaşım Hz.Peygamber ve Hz. Ebubekir ve ben, üçümüzün hali, aynı yolda giden üç yolcuya benzer. Biri, Hz. Peygamber, makamına vardı.
Diğeri, Hz. Ebubekir, aynı yolda giderek birinciye erişti.
Üçüncüsü, ben de arkalarından onlara ulaşmak isterim.
Fazla yükle gidersem, onlara erişemem!.." buyurdu.
O, fetihlerin çokluğuna, hazinenin zenginliğine bakmayarak; yaşadığı müddetçe, yeter dereceden fazla hiç bir şey kabul etmemişti.
Ve hiç bir zaman dünya servetine tenezzül etmedi. Vefat ederken de borçlu idi.
Şeyh Sadi Gülistan'da der ki;
Zalim ve fasık biri, bir Allah dostuna;
"İbadetlerin hangisi efdaldir?" diye sorar.
O da:
"Senin için uykudur. Çünkü, uykuda olduğun zaman kimseyi incetemezsin!.."
Mevlana şötle buyurur:
"Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi?
Toprak ol ki, senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!.."
Kalpleri taşlaşmış kimseler de tabiattaki böyle cansız varlıklar gibidir.
Onlara da nisan yağmurunun bir fadiesi yoktur.
Nefs engelini aşamayanlar için ibadetler de nefsani arzulara tabi olur.
Böylelerinde nefs, çeşitli afetlerle kıble haline gelir.
Tarihe şan ve şeref veren devlet adamlarını hep büyük ruh terbiyecileri yetiştirmiştir.
Ertuğrul Gazi büyük mürşid Edebali Hazretleri'ni kendisine rehber edinmiş, oğlu Osman Gazi'yi de onun terbiyesine teslim etmiştir.
***
"BAK OĞUL!
Beni incit. Şeyh Edebali'yi incitme.
O bizim aşiretimizin aydınlığıdır. Terazisi dirhem şaşmaz!
Bana karşı gel, ona karşı gelme!
Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim. Ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz olur, baksa da seni görmez olur.
"Ey Oğul!
Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana...
Acizlik yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana..."
"Milletin kendi irfanı içinde yasasın.
Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır."
"En büyük zafer nefsini tanımaktır.
Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir."
"Ülke, idare edenin, oğullan ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler.
Bunun içindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar.."
***
Yavuz'un lalası olan Hasan Can, Yavuz'un vefatını şu şekilde anlatır:
"Sırtında şirpençe adı verilen bir çıban çıkmıştı. Çıban, kısa zamanda büyüdü bir delik haline geldi. Yaranın içinden Yavuz'un ciğerini görüyorduk.
Kendisi çok muzdaripti. Yanına yaklaştım:
"Padişahım artık Allah ile beraber olmak zamanınız herhalde geldi!" dedim.
Koca sultan döndü, yüzüme hayretle baktı:
"Hasan!.. Sen beni bu ana kadar kiminle zannediyordun?..
Bana bir Yasin oku!" dedi.
Ve Yasin'in arasında ruhunu Rabbine teslim etti.
