Hak Dostlarını Anlamak...
Hak dostları, imanı aşkla yaşayan Peygamber varisleridir.
Onlar; Kur'an ve sünnetten feyz alarak, gönüllerini güzel ahlak ve davranış mükemmelliğine erdiren bahtiyarlardır.
Hazret-i Peygamber ve O'nun güzide ashabını göremeyenler için, tabi olunacak örnek şahsiyetlerdir.
Hak dostları; fani vücutları toprak altına girdikten sonra bile mazi olmazlar.
Zira kamil mü'minlerin gönülleri, toprak altında çürüyüp yok olmaz. Bu sebepledir ki, onların gönül mahsulü eserleri de ebedileşir.
Nitekim dünyadaki hizmetlerini berzah aleminde de devam ettiren nice Hak dostu, bugün hala aramızda yaşıyor, bizleri irşad ediyor.
Bizler öldükten sonra da onlar irşadlarıyla gönüllerde yaşamaya devam edecekler.
Onların irşad ömürleri; Hakk'a yakınlıkları nisbetinde, devirleri ve diyarları aşıyor.
Yine onların ihlas ile buyurdukları hikmetli sözleri ve kaleme aldıkları gönül eserleri, adeta istikbale gönderilmiş, muhatabı meçhul mektuplar mesabesindedir.
Bu mektuplar, kendilerinden asırlar sonra keşfedilen mekanlara kadar ulaşmaktadır.
Hak dostlarının asırlar önce insanlığa ihlas ile yazdığı irşad mektubları, bugün bütün dünyada akis buluyor ve heyecan uyandırıyor.
Bunlardan biride Mesnevidir.
İnsanın iç dünyasına ayna tutarak kendini tanımasına ve problemlerini çözmesine yardımcı oluyor. Cenâb-ı Hak, veli kullarına muhtelif tecelliler nasib etmiştir.
Bu yüzden Hak dostları, mana aleminde nail oldukları Hakk'a muhabbet, Hakk'a tazim ve Hakk'ı gönüllerinde tanıyabilme tecellilerine göre farklı hallerle insanlığa irşad meş'alesi olurlar.
Bazı Hak dostları, azamet-i ilahiyye karşısında hayret vadilerine düşmüş; sessiz, sözsüz ve dilsiz bir şekilde, sükatun münzeviliği içinde yaşamışlardır. Fani ömürlerini, ruhani bir sükutun şi'riyyeti içinde geçirmişlerdir.
Böyleleri hakkında İbn-i Abbas şöyle buyurur:
''Allah Te'ala'nın öyle belagat sahibi kulları vardır ki, onları Hakk'a muhabbet ve tazim, sükuta büründürmüştür!''
Ehlullah'ın bir kısmı da vardır ki, gayet az konuşmayı tercih ederler. Bahaeddin Nakşibend Hazretleri gibi, onlar da arifane bir idrake sahip olanlara, umumiyetle hal lisanıyla irşadda bulunmaya memur kılınmışlardır. Nitekim Nakşibend Hazretleri'nin, manevi terbiyede hal lisanını sehl-i mümteni üslubuyla hulasa eden şu beyti pek manidardır:
''Alem buğday ben saman,
Alem yahşi ben yaman!..''herkes tam, ben kusurlu''
Şahsiyetler, asırlar boyu onun kalbinin satırlarındaki hikmetleri okumuş, bunları gönüllerden gönüllere sohbet yoluyla intikal ettirmiş ve halen de ettirmektedirler.
Nakşibend Hazretleri'nin sözden ziyade sükatu tercih etmesinin temelinde, ruhaniyetinden müstefîd olduğu Hazret-i Ebu Bekir'ın hali ve şu talimatı vardır:
''Ne söylediğini, ne zaman söylediğini ve kime söylediğini iyi düşün.''
Bütün Hak dostları gibi Mevlana Hazretleri'nin feyiz kaynağı da şüphesiz ki Kur'an ve Sünnet'tir.
O, bir rubaisinde bu hakikati bütün cihana şöyle ilan eder:
''Canım var oldukça ben Kur'an'ın kölesiyim.
Ben Hazret-i Muhammed Muhtar ve sellem'in yolunun toprağıyım.
Eğer bir kimse, benim sözümden bundan başka bu istikametin dışında en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sözünden de incinirim, tiksinirim.''
Yine Hazret-i Mevlana buyurur:
''Eğer huzur istiyorsan hayatın dengesini iyi kavra! Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında gazel atma.''
Bir mü'minin farikası, basiretli ve firasetli olmasıdır. Muhatabını simasından ve halinden tanıyarak onun seviyesine göre hitab etmesidir.
Nitekim Hazret-i Ali'de:
''İnsanlara anlayacakları şekilde yani akıl ve idrak seviyelerine göre konuşunuz.'' (Buhari) buyurmuştur.
Bu, insanlara, kendi aklınızın erdiği kadar değil, onların akıllarının kavrayacağı derecede söz söyleyin, demektir. İnsanların idrak seviyesini anlamak için de Mevlana'nın şu ifadeleri kafi bir düsturdur:
''Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden ise, zekasını ve seviyesini anla!''
