İslam'da Savaş Hukuku...
Öncelikle İslam'da barış asıldır.
Bir Müslüman savaşmak zorunda kaldığında diğer insanların insanlık şeref ve haysiyetini rencide edemez.
Peygamberimiz, savaşmak mecburiyetinde kaldığında bile Müslüman'ın dininin çizdiği çerçeveyi ve tavrı koruması gerektiğini vurgulamıştır.
Başta Allah Resulü (s.a.v) olmak üzere her halife, etrafa asker gönderirken yalnızca muharip statüsünde olanlarla savaşmalarını hedef göstermiş ve; "Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz.! Ağaçları yakmayınız.! Hayvanlara dokunmayınız.! Ve servetleri heder etmeyiniz." diye emirler vermişlerdir.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde, rahmet ve savaş kelimelerini bir arada kullanarak şöyle buyurmaktadır;
"Ben rahmet peygamberiyim, ben savaş peygamberiyim."
Bu iki kelimeyi bir arada kullanması, O'nun savaşlarının bile bir rahmet olduğuna işarettir.
O'nun katıldığı savaşlar adaleti temin için yapılan savaşlardır, insanlık tarihindeki diğer savaşlar ise genellikle yıkımdır, ölümdür ve felakettir.
Allah Resulü, her şeye olduğu gibi savaşa da ayrı bir mana kazandırmıştır.
İnsanlar ölmeden, mamur yerler harap olmadan, dünya ateşe verilmeden de savaşın olabileceğini göstermiştir.
Savaş sonrası, düşman tarafına ve düşman ölülerine gösterdiği merhamet eşi görülmemiş bir üstünlüktür.
O'nunla savaşan kimselerin hemen savaş sonrasında Müslümanlığı kabul etmeleri, O'na kılıç çeken insanların biraz sonra O'na asker olmaları, O'nun en büyük zaferlerindendir.
On senelik Medine hayatında yirmiden fazla savaşa katılan Efendimiz, ortalama senede iki sefer savaşa çıkmış oluyordu.
Vefatı esnasında Arap Yarımadası tamamen İslam Devletinin hakimiyeti altındaydı.
Bu savaşlarda düşman tarafından ölen insanların sayısı yaklaşık olarak 250, Müslümanlardan şehit olanların sayısı da yaklaşık 150 civarındadır.
Demek ki O, insanları imha etmek için savaşmamıştır.
O'nun savaşlarında sivil halkın canına ve malına dokunulmamıştır.
O'nun, savaşlarında da rahmet olmasını, savaşlarda takip ettiği prensiplerden hareketle görmeye çalışalım;
Sivilleri öldürmemek:
Peygamber Efendimiz, savaşta sivil halkın öldürülmesini yasaklamıştır.
Savaşmayan sivil kimselerin canlarının ve mallarının koruma altına alınmasına azami derecede dikkat göstermiştir."Savaş esnasında sivillerin ve çevrenin korunması" prensibi, Allah Resulü'nün döneminde en güzel şekilde tatbik edilmiştir.
Kadınlar ve çocuklar:
Peygamberimiz'in savaşlarında kadın ve çocukların öldürülmesi yasaktır.
Yaşlılar:
Savaşta ihtiyarların öldürülmesi de yasaktır.
Çünkü onlar da muharip statüsünde değildir.
Din Adamları:
" ... çocukları ve manastır ehlini öldürmeyin." diye emir vermişlerdir. Hadis-i şerîfteki ifadesi ile "Manastır ehli- Mabed ehli" olan bu insanlar da Müslümanlarla savaşmayıp, kendilerini ibadete verdikleri müddetçe öldürülmezler.
Müsle yapmamak:
Müşriklerin, savaşta öldürdükleri kimselerin, intikam maksadıyla kulak, burun ve tenasül uzuvlarını kesmek, karınlarını yarmak gibi adetleri vardı.
Anlaşmaları bozmamak..
Düşmanın kadınlarına tecavüz etmemek:
İslam'a göre, yabancı bir kadına tecavüz etmek, cezayı gerektiren bir suçtur. Eban b. Osman'ın rivayetine göre Peygamber Efendimiz'in, ordu komutanlarına verdiği emirler içinde bu yasakla ilgili olarak şu sakındırıcı ifadeler yer almaktadır:
"Askerlerinizin bozgunculuk fesat yapmasına engel olun! Çünkü fesat çıkaran her ordunun kalbine Allah bir korku salar.
Askerlerinizi hıyanetten sakındırın! Çünkü hıyanette, çalıp çırpmada bulunan her ordunun başına Allah bir başka belayı gönderir. Yine askerinizi zinadan alıkoyun! Çünkü Allah, zina yapan her askere ölüm ve salgın musallat eder."
Düşman rehineleri öldürmemek:
Müslümanlarla düşmanları arasındaki bir antlaşmada; "Eğer düşmanlar antlaşmaya ihanet ederek Müslüman rehineleri öldürürlerse, onların rehinelerini öldürmek de bize helâl olur diye antlaşma metninde şart koşulsa ve düşmanlar antlaşmaya ihanet ederek Müslüman rehineleri öldürseler, yine de Müslümanların düşman rehinelerini öldürmeleri caiz olmaz.
Bu hususta Müslümanlar icma etmiştir."
Elçileri öldürmemek:
Elçiler, bulundukları yabancı ülkede öldürülmez, hatta ne şekilde olursa olsun tutuklanamaz ve alıkonamaz. "Eğer elçilerin öldürülmesi caiz olsaydı, sizi öldürürdüm."
İşkence yapmamak:
Allah Resulü savaş ortamında dahi, her hal ve şartta düşmanı bedenen ezmeyi ve öldürmeyi esas gaye edinmemiştir.
Bu insan, hicretten önce Peygamberimiz'e hakaret eden ve baskı uygulayanlardandı.
Hz. Ömer; "Ey Allah'ın Elçisi! Bana izin ver, şunun ön dişlerinden ikisini sökeyim de, bir daha senin aleyhine konuşma yapamasın." dedi. Peygamberimiz; "Hayır, ben ona işkence yapamam. Hem, ben ona işkence edersem Allah da beni cezalandırır. Ayrıca umulur ki o, bir gün iyi bir davranışta bulunur." buyurdu.
Savaş esirlerine iyi muamele:
Müslümanlar, bir devletler hukuku sorunu olarak ilk defa Bedir Savaşı'nda esir gerçeğiyle karşılaştığı için bu savaşın ertesinde nazil olan şu âyetler, esirlerle ilgili ilk düzenlemeyi yapmıştır:
"Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça, esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez.
Siz dünya metaını istiyorsunuz. Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor.
Allah Aziz'dir, Hakim'dir üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Eğer içtihad neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine veya ganimetleri helâl kılacağına dair Allah'ın Levh-i Mahfuz'da yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mubah kıldım artık aldığınız ganimetleri helal ve hoş olarak yiyin.
Allah'a karşı gelmekten sakının!
Gerçekten Allah gafurdur, rahimdir affı, merhamet ve ihsanı boldur." (Enfal, 8/67-69)
