30 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Açık
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Kul Hakkı...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

 

Allah katında afva mazhar olmayan hususlardan biri'de Allah'a şirk koşmak ve kul hakkıdır.

Cenab-ı Hak, kulunun dağlar kadar günahını bağışlarken, kul hakkını afvının dışında tutmakta ve bu husustaki bağışlamayı, ancak kulların birbirlerinin haklarına riayet ederek, aralarında helalleşmeleri şartıyla tecelli ettirmektedir.

Onun için Hak yolunun samimi ve muttaki yolcuları, bir ömür kul hakkı hassasiyeti içinde yaşamışlar ve üzerlerine en ufak bir tozun dahi sıçramamasına dikkat etmişlerdir.

Birkaç misal kabilinden hatırıma gelenleri zikredeyim:

''Abdullah bin Mübarek'in çok kıymetli bir atı vardı.

Bir yolculuğu esnasında öğle namazı vaktinin girmesi üzerine atını salıvererek namazını kıldı.

Ancak bu sırada at, bir köyün devlete ait merasına girerek, otlamaya başladı.

Bunun üzerine İbn-i Mübarek, o ata binmekten vazgeçti.''

Bir başka misal şöyle;

''Ebu Hamdun Kassar, can çekişen bir dostunun yanında bulunuyordu. Adam vefat eder etmez, yanmakta olan lambaya üfleyip söndürdü.

Kendisine:

"Ey Hamdun, bu karanlıkta lambayı niçin söndürdün?" dediler.

O da şu cevabı verdi:

"Lamba ve onun içindeki yağ şimdiye kadar vefat eden zata aitti. Şimdiden sonra ise vârislerinin hakkıdır..."

Bir başka misalde de;

Ebu Süleyman Havvas başından geçen bir hali şöyle anlatıyor:

''Birgün merkebe binmiştim. Sinekler eziyet veriyor, onun için hayvancağız başını durmadan eğiyordu.

Ben de, yoldan kalmamak için habire elimdeki deynekle ona vuruyordum. Nihayet merkep kafasını kaldırdı. Lisan-ı hal ile şöyle dedi:

"Şimdi vur bakalım. Vur ama, hiç şüphe etme ki, bu dayak yarın senin başına inecektir!.."

Alemlerin Efendisi'nin, son demlerinde ashabına;

"Kimin üzerimde hakkı varsa gelsin alsın!" buyurarak, ahirete hicret anında dahi kul hakkını düşünmesinin hikmet ve sırrı, bütün aleme pek manidar bir mesajdır.

Böyle yüce mesajlarla olgunlaşan ashabın büyüklerinden üçüncü halife Hazret-i Osman'ın yanlışlıkla kulağını çektiği ve hatasını anladığında da yanına çağırdığı kölesine;

"Sen de benim kulağımı çek!" diye kulağını çektirmesi, hatta kölenin hafif davranması üzerine;

"Ben daha sert çekmiştim; biraz daha sert çek de beni ahıret vebalinden kurtar!" demesi, buna mukabil kölenin de;

"Ey halife! Daha fazla çekersem bu sefer ben size borçlu olurum!" şeklinde cevap vermesi, neticede karşılıklı helalleşmeleri pek ibretlidir.

Fatih Sultan Mehmet Han, yanlışlıkla kolunu kestirdiği hıristiyan mimar ile muhakeme sonunda kendi kolunun da kesilmesi için uzatması, bu fazilet karşısında da mimarın kısas şikayetinden vazgeçip diyet alması da, kul hakkına riayetin şaheser nümuneleridir.

Evet, Hassas bir şekilde düşünülürse kul hakkının şümulü o derecede geniştir ki, bir müslümanın yüzüne haksız yere sert sert bakmak bile bir kul hakkı ihlalidir.

Bunun yanında aleyhte konuşmak ve benzeri şekilde ölülerin hukukuna tecavüzden de kaçınmak gerekir. Yine haksız yere birisine karşı söz veya yazıyla tecavüzde bulunmak da, o kendini müdafaa edemeyecek bir mevkide olduğu için daha büyük bir vebali mucibdir.

Dolayısıyla bir sözü söylerken bile onun kalbe saplanacak bir bıçak gibi mi, yoksa yürekleri şefkatle saracak bir kucak gibi mi olduğuna dikkat etmelidir. Zira Hazret-i Peygamber, şöyle buyurur;

"Özür dilemek gereken bir sözü konuşma!".

(İbn-i Mace)

Kul hakkı manevi ise, helalleşmek, maddi ise, onu iade etmek gerekir.

Yani kul hakkını ahırete bırakmamalıdır.

Nitekim Hazret-i Peygamber'in tatbikatı da böyledir. O, önüne borçlu, yani üzerinde kul hakkı bulunan bir cenaze getirildiğinde onun namazını kıldırmaz, ancak borcu ödendiği takdirde imamete geçerdi.

Ebu Katade anlatıyor:

Rasûlullah'a, namazını kıldırıvermesi için bir adamın cenazesi getirildi.

Ancak, Efendimiz;

"Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!" buyurdu.

Ben;

"Borç benim üzerime olsun, ey Allah'ın Resülü" dedim.

"Sadakatle mi ?" dedi.

"Sadakatle!" dedim.

Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı.

(Tirmizi)

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *