Nabi'nin Hac Yolculuğu...
Gönlünü hacca gitmek için yoğunlaştıran Nabi, genç padişahtan himmet ister, bu istekle birlikte bütün kapılar açılır. Yol boyunca rahat ettirilmesi için emirnameler yazan padişah, Mısır Valisine hitaben; ''...refah üzre hac ettirmek murad-ı hümayunumdur. Hacc-ı mebrurunda sa'y-i meşkurunuz bile bulunmak matlubumdur.'' diyen hükümdar, İstanbul'dan Şam'a varıncaya değin yetkililere yanındakilerle birlikte rahat ettirilmeleri için emirnameler yazar.
O yıllarda İstanbul'dan Hac yolculuğu Harem'den başlardı:
Adının Harem oluşunun nedenini iyi anlamak gerekiyor.
Yol hali hiç belli olmaz. Yol, insanın hem içinde hem de dışında tezahür eder. Kutsal yolculukların yol hali de öyledir. İçten içe besleyerek sürer.
Şiir içten içe seslenerek sürer. İstanbul'dan o günün şartlarında Kabe'ye varmak için birçok ziyaretler gelir önlerine. Onlara uğramadan gitmek selamsız sabahsız gitmek gibidir.
O nedenle İstanbul'dan Harameyn'e yol gider elbette. Mevlana'ya mutlaka uğrayıp bir icazet gereklidir.
Tazimle bir ülfete oturmaya ihtiyaç vardır. Yol Halep'e götürür on üç yıl baba ocağına uğramayan Nabi'yi.
Sonra sancılarla, yakarışlarla Urfa'ya döner.
Fırat'ın üzerinden sandalla geçen şairimiz baba toprağını öperek, hıçkırıklarını tutamaz ve şöyle mırıldanır;
''Kalmadı kargeh-i dilde meta-ı aram
Oldu garetzede-i pençe-i yağma-yı vatan''
Tahammül kalmamıştır tende, vücut kendi toprağıyla buluşmanın ağıtını Fırat'ın kenarında çağıldatmaktadır.
Sonra yolcuya yol görünür ve suların ve söğütlerin diyarı Şam'a ulaşılır.
Burada bir kahve yorgunluğuyla nefes alınarak şunlara rastlanır; ''Kışlık kahvehanelerin duvarları Mani'yi kıskandıracak nakışlarla süslüdür; yazlık kahvehaneleri ise bir gül denizi çevreler.
Sedirlere yarı uzanmış mahmur ve çapkın müşteriler kahve dağıtan sakilere laf atarlar;
''Kahve sevdasını sekr giderirmiş derler
Sakiya la'lin ile kahveyi zemzemle de ver''
Bu beytin mutlaka bir karşılığı vardır kahveci güzellerinde;
''Sunulmadı bana kahve deme sen
Nasibin var ise, gelir Yemenden''
Kenan illerinden Veysel Karani'yi hatırlar ve oradan Kutsal Kudüs topraklarına ulaşır.
Nil'in nazlı bir Leyla'ya benzemesi şairin yüreğine ilhamlar verir.
Mısır'ın kalabalığına şaşıran şair şöyle mırıldanır;
''Bu şehir öylesine büyük ve kalabalıktır ki melekler kanatlarını oynatacak boşluk bulamazlar.
Yağmur damlaları da boşluk bulup yere erişemez;
yol uzundur, çilelidir. Mevsimler değişmektedir sürekli. Yollar uzadıkça yaşanılan hayat öyküleri de uzar, değişir ve ibretlik hisseler günlüklere düşer şiirin mısralarında. Peygamber topraklarında izler arar, geçmişin izleridir aranılan.
Vahyin penceresinden bakar; baktığı bütün bir yeryüzüne Nabi.
***
HUZURA VARDI:
Artık Peygamber Efendimizin topraklarındadır ve onun misafiridir.
Oraya doğru yürüdükçe yüreklerde ve suretlerde değişim kendiliğinden oluşmaktadır. Medine'ye yarım saat uzaklıktadır ve Mescidi Nebevinin Yeşil kubbesi yürekleri heyecanlandırmış, nefeslerde değişiklikler olmuş, konuşmalardan dünyevilik giderek azalmıştır.
Nabi de bu durumla baştanbaşa yeni bir ruh elbisesine bürünmüştür.
Efendimize salatü selam getiren mü'minler topluluğuna Şair Nabi menakıbı diye dillere destan olan Nat'ını yazarak huzura varmak ister ve onu gerçekleştirir.
Sabah vaktinde Efendimizin mescidinin minarelerinden Natın okunduğunun ifadelendirilmesiyle başlayan bir inanç ve bağlılığın, bir iman ve teslimiyetin tezahürünün önemli ve etkileyici olduğudur.
Ayaklarını bile uzatmayı edebe aykırı gören, Kur'an karşısında sabaha kadar uyumadan ayakta bekleyen ecdadın inancı bir medeniyet, bir ülkü ve bir Allah ve Resul ölçüsü ve sevdasıdır, aşkıdır.
Kasidenin matla beyti şöyledir;
''Aya Habibi Huda ya Muhammed-i Arabi
Şefi-i ruz-i ceza ya Muhammed-i Arabi''
Huzuru Rasulüllaha Nat'la çıkan Şair Nabi şöyle salatü selam ile efendimize kendisini arz etmekte, bir şiir armağanı sunmaktadır;
''Sakın terk-i edepden kuy'ı mahbub-i Huda'dır bu
Nazargah'ı ilahidir makam'ı Mustafa'dır bu
Felek mah'ı nev'i babüs-selamın cilvegahıdır
Bunun kandilidir hur matla'ı nur u ziyadır bu
Habib-i kibriyanın hab gahıdır faziletde
Tefevvuk-kerde'i arş'ıcenab'ı kibriyadır bu
Müra'atı edep şartiyle gir Nabi bu dergaha
Metaf'ı kudsiyandır busegah-ı enbiyadır bu''…
Şair Nabi bu yakarışlarla hac ibadetini tamamlarken hep Medine'de ruhunu teslim etmeyi istese de İstanbul'a döndükten sonra vefat eder.
