Sabır ve Dua....
İnsan oğlunun her sahadaki başarısı, sabra bağlıdır.
İlim ve san'atta yükselmesi, ticarette ilerlemesi, ibadette devamlılığı hep sabırla'dır.
Sabır; tüm güçlükler karşısında, Allah'tan korktuğu ve rızasını ümid ettiği için, nefsini fenalığa bırakmayıp tutmaktır.
Sabır; tökezlemeyen bir binektir, insanı sür'at ve emniyetle eme-line ulaştırır.
Sabır; saadet kapısının anahtarıdır.
Sabır; dertli gönlün tesellisine ve ilâhî rahmetin tecellisine vesiledir.
Sabır; cennet hazinelerinden bir hazinedir.
Sabır; imanın yanında, cesedde baş gibidir.
Tek kelime ile sabır; dünya ve ahiret nimetlerini elde etmenin en mühim şartıdır.
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
İmtihan alemi bulunan dünya hayatında, insan birtakım imti-hanlar ile karşılaşacaktır.
Bundan kaçmanın imkanı yoktur. Bazı yakınlarımızın fani hayatı son bulacak, hastalandığımız veya iflas ettiğimiz olacaktır.
Bu gibi hadiseler karşısında sabretmesini bilir ve
kulluğun gerektirdiği teslimiyeti gösterirsek ilahi imtihanda muvaffak oluruz. Aksi halde hem kader'i ilahi yerini bulur hem de biz imtihanı kaybetmiş oluruz.
Kur'an-ı Kerim, şöyle buyurmaktadır:
''Andolsun, sizi biraz korku biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenlere, ''lutf'u keremimi'' müjdele''.
Bir hadis-i kudside, şöyle buyurmaktadır;
''Ben bir kulumu gözsüzlüğe uğrattığımda, sabredecek olursa, iki gözüne karşılık kendisine cenneti veririm.''
Allah kulunu imtihan ederken, verdiği bela kadar sabır da ihsan eder, sabır, bir zırh'tır. Onu giyen belaların tesirinden kurtulur.
Belalara tahammül göstermek de Allah'ın emirlerindendir. Bu buyruğa itaat ibadetin ta kendisidir. Nahl suresinin 127. ayetinde buyrulmaktadır ki;
''Sabret. Senin sabrın Allah'ın tevfikına istinad'dan başka bir şey değildir.''
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır;
''Bir mü'mine yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygı-dan diken batmasına kadar, isabet eden herhangi bir şey karşılığın-da muhakkak Allah onun hatalarım örter bağışlar.
Peygamber Efendimiz, Uhud harbinde iki dişi kırılınca sabır ve tahammül gösterdi. Kendisine bu hali reva gören putperest kavmin aleyhinde dua etmedi; bilakis gelmesi muhtemel belalara karşı şöyle yalvardı;
''Allah'ım, kavmime hidayet ver. Onlar, hakikati bilmiyorlar.''
Resulullah Efendimiz, kabristandan gidiyordu.
Orada bir kadın ağlamakta idi. Kendisine şöyle hitap ettiler;
''Allah'tan kork ve sabret''. Kadın, Resulullah'ı tanıyamamış ve; ''Benden uzaklaş! Sen, benim uğradığım musibete uğratılmış değilsin'' demişti.
Ashap tarafından kadına; ''Sen ne yaptın! O, Peygamber (s.a.v.) dir'' denildi.
Kadın, hemen Peygamber Efendimize geldi ve Resulullah Efendimizden özür diledi ve;
''Ben sizi tanıyamamıştım, '' dedi.
Resul'i Ekrem buyurdular ki; ''Makbul olan sabır, belanın ilk çarptığı zamandan itibaren gösterilmiş olandır''.
***
Son günlerde karşılaştığımız acıları millet olarak, yüreğimizde yaşıyoruz. Keşke bu fidanlarımız ölmeselerdi, keşke bu acı tabloyu millet olarak yaşamasaydık. Ama artık keşkelere yer yok. Şahsım adına vede aldığım eğitim inancıma göre bu bir eceldir. Kaderi İlahidir. Ancak, dinimizde tedbir alınması en önde gelen emirlerdendir.
Mescidi Nebeviyyeye gelen bir bedeviye Peygamberimiz şöyle buyurmuştu;
''Git, çölde başı boş gezen deveni muhkem bir yere bağla, ondan sonra Allah'a tevekkül et.''
Evet, olan oldu.
Cenab-ı Allah, şehitlerimize rahmet eylesin, geride kalanlarına güzel sabırlar versin...Yüce Türk Milletinin başı sağolsun. Allah, bu gibi felakatlarden ülkemizi ve milletimizi uzak eylesin... Onlar için tek yapacağımız birşey var; DUA, DUA, DUA...
