29 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Açık
2°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Türklerin Mukaddes Topraklara Olan Muhabbeti...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

 

Ceddim Yavuz Selim Han, Mısı'rın fethinden sonra, Mekke ve Medine dahil olmak üzere, bütün Arap Yarımadası Osmanlı Devleti sınırları içine dahil edildi. 

Bu toprakları Memluklerden devralan Yavuz Sultan Selim Han, kendisine "Mekke ve Medine'nin hakimi" diye seslenen hatibin sözünü kesmişti. 

Zira o, şahsına; "Mekke ve Medine'nin hadimi'' şeklinde hitap edilmesini emretmiştir.

Hakikaten bu anlayışa uygun olarak Osmanlilar,  

o tarihten 1919 yılının Ocak ayına kadar Mekke ve Medine'ye büyük bir aşk ve bağlılıkla hizmet etmişlerdir. 

Ne yazık ki bu kutlu görev, o tarihte sona ermiştir.

Peygamber şehri Medine'nin Osmanlı Devleti'nden kopus hikayesi:

Asırlarca İslam'ı şerefle temsil etmiş Osmanlı Devleti, bir oldu-bittiyle I. Dünya Savaşı'na dahil olmuş ve sonunda mağlup ilan edilmişti. 

Mondros Mütarekesi şartlarına göre, Osmanlı Ordusu teslim olmak zorundaydı. 

Filistin Hicaz cephesindeki bütün ordularımızın teslim olmasına rağmen, Hicaz Kuvvetleri şanlı komutanı Fahreddin Paşa direnmekteydi. 

İstanbul'u dinlemiyor, "Ben Efendimiz'in mübarek merkadini teslim edemem!" diyerek, bütün telkinleri reddediyordu.

İngiliz oyunu:

Arapların Osmanlı Devleti'ne isyanlarının sebebi bağımsızlık talebi değildi. 

Araplar, I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı ordusunda omuz omuza Çanakkale'den itibaren her cephede savaşmıslardı. Hatta İstiklal Savaşi'nda, Aydın cephesinde Mehmetçikle yan yana Yunanlılara karşı boğuşarak şehit düşen Araplar da vardır. 

I. Dünya Savaşı'nda hiçbir Arap beldesinde; 

ne Irak, ne Suriye, ne Lübnan, ne Yemen, ne de Filistin'de Osmanli'ya isyan eden tek bir Arap görülmemişti.

İsyan eden sadece Mekke Emiri Şerif Hüseyin idi. Bu zat; ''Mir-i Miran'' ''Beylerbeyi'' rütbesindeki Mekke Emiri idi. Şerif ailesinin fertleri olan Hüseyin, Haydar ve Cafer Paşalar İstanbul'da ikamet ederler, Şura'yı Devlet azalığı yaparlar, paşa maaşı alırlardı. 

Sultan İkinci Abdülhamid, Şerif Hüseyinden emin değildi. Onun Mekke emirliği taleplerini hep nazikçe geri çevirmişti. Fakat, Sultan Reşad zamanında Mekke emiri olmayı başardı.

Şerif Hüseyin, İngilizler tarafından bütün Arapları bir bayrak altında toplayarak, en büyük Arap kralı, hatta imparatoru olacağına inandırılmıştı. 

İngilizler onun ihtirasından yararlanarak, Osmanlı'ya karşı ayaklandığı takdirde kendisine para, silah, cephane, erzak, ne lazımsa sağlayacaklarını, yardım edeceklerini ve belirli sınırlar içinde bağımsız bir Arap devleti kuracaklarını vaadetmişlerdi.

Şerif Hüseyin, 1915 Temmuzunda İngilizlerle doğrudan temasa geçmiş ve işbirliği yapmak karşılığında kuzeyde Mersin ve Adana'yı içine alarak Iran sınırına, doğuda Basra Körfezi'ne, güneyde Hint Okyanusu kıyılarına ve batıda Kızıldeniz'le Akdeniz'de Mersin'e kadar uzayacak bir hudut dahilinde Araplara bağımsızlık talep etmişti.

Hüseyin'in askerleri para gücüyle toplanmış bir tür lejyoner bedevilerdi. Bunlar; Hicaz çöllerinde göçebe hayatı yaşayan ve talanla geçinen son derece cahil, dünyadan habersiz kimselerdi. Önce 

 

Mekke düştü:

İsyan başladığı sırada Medine'nin muhafızı Fahreddin Paşa hazretleri idi. İngilizlerle anlaşan Mekke Şerifi Hüseyin'in isyana hazırlandığı haberinin alınması üzerine, Fahreddin Paşa, 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderilmişti. Fahreddin Paşa 31 Mayıs'ta Medine'ye ulaştı ve Şerif Hüseyin'in birkaç gün içinde isyan edeceğini Cemal Paşa'ya bildirdi. Şerif Hüseyin ve dört oğlu, 3 Haziran'da Medine çevresindeki demiryolunu ve telgraf hatlarını tahrip ederek, isyanı başlattılar. 

Medine karakollarına saldırdılarsa da, Fahreddin Paşa'nın aldığı tedbirler sayesinde geri püskürtüldüler.

Fahreddin Pasa, elinde bulunan son derece kısıtlı imkanlarla Medine'yi iki yil yedi ay boyunca müdafaa etti. Önce Medine ve çevresinde bir güvenlik hattı oluşturmak için Bi'r-i Dervis, Bi'r-i Abbas ve Bi'r-i Reha mevkilerini asilerden temizledi. 

29 Ağustos 1916'da Medine çevresinde 100 kilometrelik bir emniyet şeridi meydana getirilmiş oldu. Fahreddin Paşa Medine'yi savunabilmek için İstanbul'dan devamlı takviye kuvveti istiyor, Osmanlı hükümeti de onun isteklerine cevap verebilecek durumda olmadığını bildiriyordu.

Osmanlı, Hicaz'ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karşı Medine'de Hz. Peygamber s.a.v.'in mübarek merkadinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul'a nakledilmesini teklif etti. 

Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla, teklifi hükümet tarafindan kabul edildi. Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.

Bir yandan İngilizler, bir yandan Medine'yi kuşatmış olan Şerif Hüseyin'in kuvvetleri Medine'nin bir an önce teslim edilmesini istedilerse de, bu isteklerine karşılık vermedi. Hükümet, İngilizlerin baskısı üzerine bu defa padişahın imzasını taşıyan bir teslim emrini Adliye Nazırı Haydar Molla ile Medine'ye gönderdi. 

Şerif Hüseyin, Osmanlıların Hicaz'ı terk edişinden sonra Mekke'de emirliğini ilan etmişti. Fakat talihi yaver gitmedi. İhanetinin bedelini Abdülaziz b. Suud tarafindan devrilerek ödedi. Önce etrafindakilerin telkinlerine uyarak oğlu Şerif Ali lehine krallıktan çekildi. Abdülaziz b. Suud'la mücadele etmek zorunda kaldı. Başarılı olamayarak Ali ile beraber Kıbrıs'a kaçtı. Mezarları dahi gurbette kaldi.

 

Medine'ye Veda:

Medine'den ayrılmadan önce, son ere kadar hepsinin, çesitli yaralar alarak, vücutları adeta delik deşik olmuş, kimi kolsuz, bacaksız kalmış gazilerin, birbirlerine sokulup yardım ederek, son defa Harem-i Şerifi ziyaretle Ravza-i Mutahhara'ya yüzlerini gözlerini sürerek, dualar ederek yaptıkları veda ziyareti son derce acıydı.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *