28 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
8°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Mezheplerin doğuşu...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

 

İslam'da dini hükümlerin iki kaynağı vardır; 

''Kitap ve sünnettir.'' 

Bu ikisinden sonra müracaat edilecek kıyas ve icma da esas itibariyle, yine bu iki kaynağa bağlıdır. 

Bunların dördüne birden; ''dört usul, dört şer'i delil'' adı verilir. 

Bütün dini hükümler bu dört delilden çıkarıldığı için, bunlara dayanır. 

Bu dört delil sırasıyla şöyledir:

Kitap:

Kitaptan maksat Kur'an-ı Kerim'dir. İslam dininin en esaslı kaynağı olan yüce kitabımız, Allah tarafından nasıl indirilmişse öylece muhafaza edilmiş, bir harfi dahi değişmemiştir. 

Sünnet:

Sünnetten maksat, Efendimizin (sav) mübarek sözleri, işleri ve görüp de men etmeyerek sükut buyurdukları halleridir. Sünnet olarak tarif edilen Peygamberimizin bu hallerine aynı zamanda hadis denir.

Hicri 101 tarihinde Ömer bin Abdülaziz'in gayretleriyle dini hükümlerin tafsilati ile ilgili dört bin kadar hadis-i şerif toplanmıştır. 

Kur'an-ı aKerim'den sonra sünnet, dini hükümlerin tesbitinde çok esaslı bir yer tutmaktadır.

Kıyas:

Bir meselede sabit olan bir hükmün benzerini, diğer bir meselede içtihad sonunda açığa çıkarmaktır. 

Diğer bir ifade ile, kitap, sünnet veya icma ile sabit olan bir meseledeki hükmü, aynı sebep, aynı hikmete dayanan başka benzer bir meselede tatbik etmektir. 

İcma:

İcma, bir ''aynı'' asırda yaşayan İslam müctehidlerinin, bir meseledeki dini hüküm hakkında ittifak etmeleridir. 

Buna göre kitap ve sünnette, hakkında bir nas bulunmayan bir meselede müçtehidlerin içtihad ederek verdikleri hükümlerde ittifak meydana gelirse, bu hüküm ''icma-i ümmet''le sabit olmuş demektir. 

Bu hükme şu hadislerde de işaret edilmiştir:

''Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez.''

"Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah katında da güzeldir.''

 

İçtihad-Müçtehid:

İbadet ve muamelatla ilgili bir hükmü dini delilinden çıkarmak için güç sarfetmeye içtihad denir. 

Bu hükümleri delillerinden çıkaran âlime de müçtehid adı verilir. Müçtehid, Kur'an, sünnet ve İslam hukuku ile ilgili bütün meselelerde tam bir bilgi sahibi olmalıdır.

Peygamberimizin zamanından beri İslam alimleri, dini bir hükme ihtiyaç duydukları meselelerde Kitap ve sünnette açık bir delil bulamadıkları zaman kendi içtihatları ile amel etmişlerdir. 

Peygamberimiz, sahabilerine bu hususta müsaade etmişti. Nitekim Peygamber Efendimiz, sahabilerin alim ve fakihlerinden Muaz bin Cebel'i Yemen'e hakim olarak tayin ettiğinde ona sordu:

''Oraya vardığın vakit ne ile hükmedeceksin? 

Sana bir şey sorulduğu yahut bir davacı geldiğinde o müşkülü nasıl halledeceksin?''

Muaz; ''Allah'ın kitabı Kur'an ile.''

Resulullah; ''Kitapta bulamazsan?''

Muaz; ''Resullullahın sünnetiyle.''

Resulullah; ''Onda da bulamazsan?''

Muaz; ''Onda da bulamazsam kendi içtihadımla hükmederim.''

Bunun üzerine Efendimiz;''Allah'a hamd olsun ki, peygamberlerin elçisini Muaz'ı, peygamberlerinin razı olduğu şeye muvaffak buyurmuştur." diyerek,  

Hz.Muaz'ın bu sözlerinden dolayı memnuniyetini dile getirdi.

Hz. Peygamberimiz, hayatta iken sahabiler arasında herhangi bir ihtilaf' yoktu. 

Dinin usul ve füruunda sahabilerden bazısının anlamadığı bir mesele olursa, Hz. Peygamber'e sorar, o da açıklardı.

Peygamberimiz, ebedi aleme göçtüğünde Kitap ve sünnet sahabilerin ezberinde bulunuyordu. 

Ancak sahabiler arasında Kur'an-ı Kerim ile sünneti zaptetmek, onların ahkam ve manalarını iyi anlamak hususunda ilmi kıfayeti olanlar fetva veriyorlardı. 

Bunlara; sahabilerin alimleri ve fakihleri denmektedir. Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Mes'ud, Hz. Aişe, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas ve Ebu Musa el-Eş'ari bunlardan en meşhur olanlarıydı.

Dört Halife devrinde ve daha sonraki zamanlarda Müslümanlar karşılaştıkları meseleleri bu zatlara gelip soruyorlar, onlar da Kitap ve sünnete göre hüküm veriyorlar; bu ikisinde de bulamazlarsa kıyas yoluyla meseleyi hallediyorlardı. Böylece sahabiler zamanında pekçok meselede "icma" sabit oluyor; İslam hukuku, fıkıh teşekkül ediyordu.

Bu arada, bu sahabiler bazı beldelere yerleşerek ilim ve irfanlarıyla İslama hizmet ettiler. 

Mesela, Hz. Ali ile Abdullah bin Mes'ut Kufe'de, Enes bin Malik ile Ebu Musa el-Eş'ari Basra'da, Abdullah bin Ömer ile Zeyd bin Sabit Medine'de yüzlerce talebe yetiştirdiler. 

Sahabilerin yetiştirdiği bu talebelere; "Tabiin" denmektedir. Resulullah'ın bıraktığı ilim mirası bu nesle intikal etti. Bunların içinde içtihad edebilecek seviyeye gelmiş pekçok alim vardı. Mesela, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri, Tavus bin Kaysan bunlardan birkaçıdır.

Tabiin, sahabilerin rivayet ettikleri hadisleri ve onların içtihadlarını derleyip biraraya topladılar. 

Bunun yanı sıra hakkında ayet, hadis ve sahabilerin içtihadının mevcut olmadığı meselelerde kendileri de içtihadda bulundular. 

İslam hukukunun temelini kurma, karşılaşılan yeni meseleleri enine boyuna inceleyip hükümlerini açıklama hususunda talebelerine rehberlik ettiler. 

Bu nesle de; "Tebe-i Tabiin" adı verilmektedir. 

İmam-ı Azam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, Ahmed bin Hanbel, Süfyan-ı Sevri, Sufyan bin Uyeyne bu neslin meşhurlarındandır. 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *