Hasan Basri Çantay ve Büyük şairimiz M.Akif...
Hasan Basri Çantay I.Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Balıkesir'den bağımsız milletvekili olarak girer.
Üstad Mehmed Akif ise, Burdur milletvekili olarak katılmıştır.
İki samimi dost mecliste de meclis dışında da hep birliktedirler.
Bu iki büyük dost, milletvekilliği dönemlerinde bir süre aynı evde kalırlar.
Dostlukları o raddeye varır ki, Yunanlıların Bursa ve Balıkesir havalisindeki zulümleri üzerine Mehmed Akif meşhur "Bülbül" şiirini kaleme alır ve bu şiiri;
"Basri Bey Oğlumuza" diyerek, yakın dostu Hasan Basri Bey'e ithaf eder.
Hasan Basri Çantay, bu şiirle ilgili anısını şu şekilde anlatmaktadır:
"1337 mali yılının mayıs ibtidalarında idi, Ankara'da idik. Üstad ale's-sabah bize geldi, yazdığı bir şiiri okuyacağını müjdeledi ve okudu.
Bu, "Bülbül" dü.
Beğenip beğenmediğimi sordu; "anlayamadım, lütfen bir daha" dedim. Tekrar okudu. Kendisine acizane şu kanaati arzettim:
"Üstad, Bülbülünüz Gülistân-ı âsârınızın en bedî'î ve coşkun bir dilidir."
Dedi ki; "Bunu size ithaf ettim."
***
BÜLBÜL, Basri Bey Oğlumuza:
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lal...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlal.
Muhitin hali "insaniyet"in timsalidir sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yad,
Zalamın sinesinden fışkıran memdud bir feryad.
O müstağrak, o durgun vecdi nagah öyle coşturdu:
Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, guya sur-ı Mahşer'di!
Eşin var aşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hanumanın şen, için şen, kainatın şen!
Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbazın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkum-ı pervazın.
Değil bir kayda, sığmazsın-kanatlandın mı-eb'ada
Hayatın en muhayyel gayedir ahrara dünyada.
Neden öyleyse matemlerle eyyamın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?
Hayır mâtem senin hakkın değil...Matem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez afakım.
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefasız, kansız evladı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi'lerin, Fatih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nakus inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezalardan silinsin yadı Mevla'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mazi serap olsun;
O kudretler, o satvetler harab olsun, türab olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Han'ın;
Şenaatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: Vahdet-gahı dinin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vasız kalan dindaş!
Yıkılmış hanümanlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslam'ın harem-gahında na-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil matem!
Mehmet Akif Ersoy, Ankara, Taceddin Dergahı,
9 Mayıs 1921.
