28 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

TASAVVUF EHLiNiN FAZiLETi...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Tasavvuf, Kur'an ve sünnetin yolu olduğu için, tasavvuf ehli şeref sahibi kimseler,  

Kur'an ve sünnetin dışında hiçbir şeye iltifat etmezler. 

Ebu Osman Mağribi, şöyle demistir:

''Tasavvuf ehli, kalbinde Allah-u Zülcelal'den başka hiçbir şeyi bulundurmayan,  

sadece Allah'ı seven, daima O'na yakın olmayı arzulayan,  

Rabbine kavuşma arzusunun şiddetinden kalbindeki bütün dünyevi isteklerin silinip gittiği kimsedir.''

Cüneyd-i Bağdadi, şöyle demiştir:

''Tasavvuf ehli, içine her türlü pislik atıldığı halde ondan hep güzel şeyler çıkan toprak gibidir. 

Bulut gibidir; 

herkesi gölgelendirir. Yağmur gibidir; herkes ondan istifade eder.''

Ariflerin birisine;

''Kiminle arkadaşlık yapayım?'' diye sorulunca şöyle demistir:

''Tasavvuf ehli ile arkadaşlık et. 

Çünkü onlar yaptığın hatalar için seni mazur görecek bir özür kapısı bulurlar. 

Yapacağin işler içinde kibir ve ucuba düşmemen içinde seni övüp yükseltmezler.''

Tasavvuf ehli, Peygamber Efendimiz'in manevi yolunda yürüyebilmek için kalbiyle, ruhuyla mücadele eden kimselerdir. 

Rivayet edilmistir ki;

Ebu Yezidi Bestami zamanında zühd ve takvası ile meşhur bir zat vardı. İnsanlar onu ziyarete gidiyorlardı. 

Ebu Yezid-i Bestami bir gün yanında bulunanlara;

''Kalkın filan zatı ziyarete gidelim'' dedi. 

O zatın bulunduğu yere vardıklarında, adam evinden çıkmış mescide doğru gidiyordu. 

Yolda kıble tarafına tükürdü. Bunu gören Ebu Yezid-i Bestami;

''Haydi geri dönelim'' diyerek, adama selam bile vermeden geri döndü ve dedi ki;

''Bu adam Peygamber Efendimiz'in edeplerinden birini bile koruyamazken, nasıl olur da evliyaullaha ait olan hal ve ilimleri muhafaza ettiğini iddia edebilir''?

Şimdi Ebu Yezid-i Bestami böyle iken ona ve onun gibi olanların yoluna düşmanlık etmek,  

itibar göstermemek yanlış değil midir? 

Allah'ın yolunun üzerinde böyle titiz olan kimseleri sevmemek ve onların yoluna uymamak, büyük bir cehalet değil midir? Halbuki Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede söyle buyurmuştur:

''Bize itaat uğrunda mücadele edenlere gelince; muhakkak biz onları bize gelen yollarımıza ulaştırırız. süphesiz, Allah iyilik sahipleri ile beraberdir.'' (Ankebut; 69)

Tabiki, Tasavvuf'un ve tasavvuf ehlinin kötülenmesi sadece günümüze ait bir olay değildir. 

Önceki dönemlerde de bir kısım kimseler bu işi yapmışlardır.

Rivayet edildiğine göre bazı dar görüşlü kimseler, bir kısım tasavvuf ehlini zındıklıkla itham ederek, zamanın halifesine şikayet ediyorlardi. 

Halife onların hakkında hiçbir araştırma yapmadan boyunlarının vurulmasını emretti. 

Halifenin hükmünü yerine getirecek olan cellat, bu kimselerin yanına gelince herbiri önce kendi başının vurulması için öne çıkmaya çalıştı. 

Cellat bu duruma çok şaşırdı ve dedi ki;

''Niçin acele ettiğinizi biliyor musunuz?'' içlerinden Hasan-ı Nuri dedi ki;

''Evet, biliyorum. Arkadaşlarımın benden daha fazla yaşaması için, onların hayatını kendi hayatıma tercih ediyorum.'' 

Yukarıdan bu durumu seyreden halife, onların bu fedakarlıklarına şaşırdı. Orada bulunan zamanın kadısı dedi ki;

''Efendim! Siz bu zatların hakkında bir araştırma yapmadan boyunlarının vurulmasını emrettiniz. Müsaade ederseniz ben onlara birkaç tane ağır soru sorayım, hataları açığa çıksın sonra boyunlarını vurdurun.'' 

Halife kendisine müsaade edince, o zatları huzuruna çağırıp içlerinden bir kişiyi sözcü olarak seçmelerini istedi. Onlar da Hasan-ı Nuri'yi seçtiler. 

Kadı ona çok zor fıkıh konuları sordu. Her soruyu sorduğunda, Hasan-ı Nuri bir müddet susuyor, önce sağına, sonra soluna bakıyor ve başını önüne eğerek biraz bekledikten sonra cevap veriyor ve şöyle devam ediyordu:

''Allah-u Zülcelal'in öyle kulları vardır ki, oturdukları zaman hak ile, söyledikleri zaman hak iledir.''

En sonunda kadı ağlayarak, şöyle sordu:

''Sana soru sorduğumda önce sağına, sonra soluna bakıyor ve başını önüne eğip bir müddet sonra cevap veriyordun. Bunun sebebi nedir?'' Hasan-ı Nuri dedi ki;

''Sorularınızın cevabını önce sağ tarafımdaki meleğe soruyordum, ''bilmiyorum'' deyince; sol tarafımdaki meleğe soruyordum. 

O'da bilmiyorum deyince; kalbime, kalbimden de Allah-u Zülcelal'e soruyordum. Kalbim bana cevap veriyor, bende size söylüyordum.''

Bunun üzerine kadı halifeye dönerek;

''Eğer bu zatlarda zındık ise, yeryüzünde bir tek müslüman yoktur.'' dedi. 

Halife hatasını anladı, onlardan özür dileyip bir çok iltifat ve ikramda bulundu.

Ariflerden birisi şöyle demistir:

''Kim söz ve fiillerinde sünnete göre hareket ederse, o hikmetle konuşur. 

Kim söz ve fiillerinde heva ve hevesine göre hareket ederse, o bid'atla konuşur.''

Sünnet; Tasavvuf'un yoludur. 

O yola giren, nefsinin heva ve hevesine gem vurmuş olur.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *