28 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Cafer-i Sadık...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Ebu Abdullah lakabı ile anılan Ca'fer, Sadık lakabının sahibidir. Hayatında hiç yalan konuşmadığı için bu lakabı almıştır. Ca'fer güleç yüzlü, tatlı sözlü bir zattı. Başı büyükçe, cismi nurluydu. Teninin rengi beyaz kırmızı karışımı pembesiydi. 

Büyükdedesi Hz. Ali'ye çok benzerdi.

Altın silsilenin beşinci halkasını oluşturan Ca'fer-i Sadık, hem Hz. Peygamber'in nesl-i pakinden, hem de Hz. Ebu Bekir'in. Babası Muhammed Bakır,  

Hz. Hüseyin'in torunu; annesi Ümmü Ferve Hz. Ebu Bekir'in torunu ve altın silsilenin dördüncü halkası, oluşturan Kasım b. Muhammed'in kızıdır. 702m. yılında Medine'de doğdu. 

Tebe-i tabiin neslinden pek çok tabiinden hadis aldı. Babası Muhammed Bakır, Ata, Urve ve Zühri'den rivayetlerde bulundu. 

Kendisinden de Şube, oğlu Musa Kazım, Yahya b. Said ve Ebu Hanife ve daha pek çok kimsenin rivayetleri vardır. 

Buhari dışında bütün kütüb-i sitte müelliflerinin kendisinden rivayetleri bulunmaktadır. 

Cebir ilminin mucidi sayılan Cabir b. Hayyam onun talebesi ve bu ilimde ondan çok şeyler öğrendiği nakledilir. 

Ayrıca tasavvufi tefsir dediğimiz işari tefsirde ilklerden.

İmam-ı Azam Ebu Hanife ile çağdaş, aynı yaşlarda olduklarına bakılırsa, iddia edildiği gibi İmam-ı Azam'ın üvey babası olma ihtimali uzaksa da dostluk ve yakınlıkları biliniyor. 

Hatta Ebu Hanife'nin onu tanıdıktan sonra hayatında meydana gelen manevi değişikliğe işaret için;

''Son iki yıl olmasaydı, Numan helak olurdu'' dediği söylenir.

M.765 yılında vefat eden Ca'fer-i Sadık, Cennetü'l-Baki mezarlığına babası Muhammed Bakır ve dedesi Ali Zeynelabidin ile dedesinin amcası Hz. Hasan b. Ali'nin kabirleri yanına defnedildi. 

Cennetü'l-baki'de bulunan mezarlar düzleninceye kadar özellikle İranlılar tarafından çokça ziyaret edilirdi. 

Çünkü İranlıların Mezhebi Ca'feriyye ona nisbet edilir.

Ca'fer-i Sadık'ın hayatının bir kısmı Emevi halifeleri döneminde, bir kısmı da Abbasi hilafeti zamanında geçti. Emevi hilafetine karşı ayaklanan Ebu Müslim Horasani, bir aralık ona mektup yazarak halife olmasını istedi. 

Ca'fer, ''Ben halifeliği kabul edemem.'' dedi ve gelen mektubu yaktı. Çünkü o, mana aleminin halifesiydi. Böyle siyasi bir çekişmeye fiilen girse manevi otoritesini zedeleyip büsbütün yalnız kalabilirdi. Hilafet Abbasi hanedanına geçtikten sonra da bazı halifeler, onun manevi nüfuzundan korkmuşlarsa da, mehabeti karşısında ona saygı duymaya mecbur olmuşlardı. 

Nitekim ikinci Abbasi Halifesi Ebu Ca'fer Mansur'un kendisini sık sık ziyaret ettiği ve fikirlerine başvurduğu rivayet edilir.

Naklolunduğuna göre birgün Halife Mansur'un yüzüne bir sinek konar. Mansur, her ne kadar sineği kovarsa da bir türlü onu uzaklaştırmaya muvaffak olamaz. 

O sırada Ca'fer-i Sadık halifenin yanına gelir. 

Mansur sorar:

''Allah'ın sineği yaratmasındaki hikmet nedir?'' Ca'fer der ki;

''Zalimlere ve kendine güvenenlere bir sineğe bile güç yetiremediklerini göstermektir.''

Ca'fer-i Sadık, çağdaşı zahid alimlerle dosttur. Onlarla bir araya gelir ve sohbetlerde bulunur. Onun sohbetinden yararlanmaya çalışan zahidlerden biri de; Davud Tai'dir. Davud Tai birgün Ca'fer'e gelerek, kalbinin karardığından bahisle, nasihat talebinde bulunur. Ca'fer-i Sadık;

''Sen çağımızın en zahidisin, benim nasihatıma ne ihtiyacın olacak?'' der. 

Davud Tai;

''Ey Allah Rasulü'nün evladı, senin halka üstünlüğün var, onun için senin herkese vaaz etmen lazım, '' der. 

Ca'fer-i Sadık der ki;

''Davud, ben kıyamet gününde dedemin benim yakama yapışıp, ''bana tabi olmanın hakkını neden ödemedin? Bu iş neseble ve haseple olmaz; zira muameleyle olur'' diye çıkışmasından korkuyorum.

Ca'fer, nefsinin kusurunu gören bahtiyarlardandı. Nitekim birgün köleleriyle oturmuş onlara; 

''Gelin sizinle bir anlaşmaya varalım'' 

Kıyamet gününde hangimiz kurtulursak, birbirimize şefaatçi olmak üzere söz verelim'', dedi. 

Onlar da; 

''Ey Allah Rasulü'nün evladı. 

Senin deden bütün halkın şefaatçısı. 

Senin bizim şefaatımıza nasıl ihtiyacın olabilir?'' dediler. 

Ca'fer de; ''Ben kıyamet gününde, şu halim ve bu fiillerimle dedemin yüzüne bakmaktan haya ederim'' dedi. 

Ca'fer-i Sadık, zahiddi; fakat zahidliği yün hırkadan ibaret görenlerden değildi. 

Nitekim çağdaşı Süfyan Sevri, bir gün Ca'fer'i ziyarete geldi. Ca'fer'in üzerinde çok değerli bir elbise olduğunu gördü ve bunu Ca'fer'e yakıştıramayarak; ''Siz peygamber soyundansınız. 

Bu kadar kıymetli bir elbise giyineniz yakışık alır mı?'' diye sordu. 

Ca'fer:

''Böyle olduğuna nasıl kanaat getirdin? Hele elini getirip bir bak onun altında ne var?'' dedi. 

Süfyan elini kaftanın içine sokunca eli kalın kıldan dokunmuş sert yün bir elbiseyle temas etti. 

Bunun üzerine dediki; ''Dıştan giydiğimizi siz insanlar için giyiyoruz ve saklamıyoruz. İçten giydiğimizi de Allah için giyiyoruz ve kimse görüp bilsin, istemiyoruz. Çünkü Allah için olanı gizlemek esastır.''

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *