Hayberin fethinde Sancak Hz. Ali'de...
Server-i Kainat Efendimiz, bir gün, ''Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulünü sever.
Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir'' buyurdu.
Mücahitleri bir merak sardı:
Acaba, bu büyük şerefe nail olacak zat kimdi?
Her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Alem'in elinden mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti!
Geceyi bu ümit ve arzu ile geçirdiler.
Sabah olunca, merak ve heyecanları daha da arttı.
Bu heyecan ve samimi arzusunu sadece Hz. Ömer sonradan, ''Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim, hiçbir zaman olmamıştır!'' diyerek dile getirmiştir.
Her bir mücahit, aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvi duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz sancağın getirilmesini emretti.
Sancak derhal getirildi.
Artık bütün dikkatli bakışlar Efendimizin mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise, mübarek ağızlarından çıkacak ve fatihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti.
Bu merak ve heyecan dolu manzara arasından Hz. Resulullah, ''ALİ NEREDE?'' diye sordu.
Artık fatih belli olmuştu.
Gariptir ki o sırada Hz. Ali gözlerinden rahatsızdı.
''Ya Resulallah, onun gözleri ağrıyor'' dediler.
Resul-i Ekrem buna rağmen, ''Olsun! Çağırın, gelsin!'' buyurdu.
Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura çıkıp geldi.
Ağrıyan gözleri Fahr-i Kainat'ın mübarek duasıyla şifa buldu.
Efendimiz, ayrıca onun için; ''Allahım! Sıcağın soğuğun sıkıntısını bundan gider!'' diyerek de dua etti.
Hz. Ali der ki;
''O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım!''
Gerçekten de, Hz. Ali, yazın en sıcak günlerinde kalın aba giydiği halde bundan rahatsızlık duymazdı; kışın ise, en soğuk günlerde en ince elbiseyi giyer ve asla üşümezdi.
Hz. Resulullah'ın ak sancağı artık Hz. Ali'nin elindeydi.
Merak dolu bakışlar, birden imrenmeye kaybolmuştu. Demek, Allah ve Resulünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zat buydu!
Demek, Hayber, bu şerefli zatın eliyle fetholunacaktı! Her bir sahabe, aynı duygular içinde İslam'ın bu bahadırına gıpta ile bakıyordu.
Sancağını Hz. Ali'ye teslim eden Resul-i Ekrem, bir de kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikar'ı da beline kendi eliyle bağladı; sonra da, ''Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış, sakın arkana dönme!'' diye emretti.
Kahraman Hz. Ali, mübarek sancak elde, heyecanla ilerliyordu. Bir müddet gittikten sonra, ''Ya Resulallah, ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?'' diye sordu.
Kainatın Efendisinden şu cevap geldi:
''Allah'tan başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadette bulunancaya kadar onlarla çarpış.
Onlar, bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar.
Kalplerindekinin hesabı ise, Yüce Allah'a âittir.''
Bu cevabı alan Hz. Ali, kararlılık ve sevinç dolu bir sesle, ''Ya Resulallah, Müslüman oluncaya kadar onlarla savaşacağım!'' dedi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz;
''Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle, sonra onları İslam'a davet et; Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir.
Vallahi, senin vasıtanla Allah'ın onlardan tek bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için birçok kızıl deveye sahip olup onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır'' buyurarak, aynı zamanda İslami fetihlerden maksadın ne olduğunu da ortaya koydu.
Hz. Ali, Merhab'la Karşı Karşıya:
Hz. Ali, elinde Hz. Resulullah'ın beyaz sancağıyla mücahitlerin önünde ilerleyip sancağı Natat Kalesi'nin dibine dikti.
Onları, İslam'ın umdelerini anlatıp Müslüman olmaya davet etti.
Fakat Yahudiler, Müslüman olmayı kabul etmediler. Çarpışmak için kalelerinden çıktılar.
Yapılan çarpışmada birçok yiğidi, mücahitler tarafından yere serildi.
Bu arada, Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı.
İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı.
Bu heybetli görünüşüyle;
''Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere arslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!'' diye haykırıp övünüyordu.
Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden;
''Ben de, annemin bana Haydar ''Arslan'' adını taktığı adamım.
Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!''diye cevap verdi.
Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab, ''Esedullah'' unvanının sahibi Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfikar'la ikiye bölünerek yere düştü.
