27 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
5°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Hayberin fethinde Sancak Hz. Ali'de...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Server-i Kainat Efendimiz, bir gün, ''Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulünü sever. 

Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir'' buyurdu.

Mücahitleri bir merak sardı: 

Acaba, bu büyük şerefe nail olacak zat kimdi? 

Her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Alem'in elinden mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti! 

Geceyi bu ümit ve arzu ile ge­çirdiler. 

Sabah olunca, merak ve heyecanları daha da arttı. 

Bu heyecan ve sa­mi­mi arzusunu sadece Hz. Ömer sonradan, ''Kumandanlığı o günkü kadar ar­zu ettiğim, hiç­bir zaman olmamıştır!'' diyerek dile getirmiştir.

Her bir mücahit, aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvi duy­gular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz sancağın ge­tirilmesini emretti. 

Sancak derhal getirildi. 

Artık bütün dikkatli bakışlar Efen­dimizin mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise, mübarek ağız­larından çıkacak ve fatihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti. 

Bu merak ve heyecan dolu manzara arasından Hz. Re­su­lul­lah, ''ALİ NEREDE?'' diye sordu.

Artık fatih belli olmuştu.

Gariptir ki o sırada Hz. Ali gözlerinden rahatsızdı.

''Ya Re­su­lal­lah, onun gözleri ağrıyor'' dediler.

Resul-i Ekrem buna rağmen, ''Olsun! Çağırın, gelsin!'' buyurdu.

Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura çıkıp geldi. 

Ağrıyan göz­leri Fahr-i Kai­nat'ın mübarek duasıyla şifa buldu.

Efendimiz, ayrıca onun için; ''Allahım! Sıcağın soğuğun sıkıntısını bundan gider!'' diyerek de dua etti.

Hz. Ali der ki;

''O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım!''

Gerçekten de, Hz. Ali, yazın en sıcak günlerinde kalın aba giydiği halde bun­dan rahatsızlık duymazdı; kışın ise, en soğuk günlerde en ince elbiseyi gi­yer ve asla üşümezdi.

Hz. Re­su­lul­lah'ın ak sancağı artık Hz. Ali'nin elindeydi. 

Merak do­lu bakış­lar, birden imrenmeye kaybolmuştu. Demek, Allah ve Re­sulünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zat buydu! 

Demek, Hayber, bu şerefli zatın eliyle fet­ho­lu­nacaktı! Her bir sahabe, aynı duygular içinde İslam'ın bu bahadırına gıpta ile bakıyordu.

Sancağını Hz. Ali'ye teslim eden Resul-i Ekrem, bir de kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikar'ı da beline kendi eliyle bağladı; sonra da, ''Allah, sana fetih nasip edin­ceye kadar çarpış, sakın ar­kana dönme!'' diye emretti.

Kahraman Hz. Ali, mübarek sancak elde, heyecanla ilerli­yordu. Bir müddet gittikten sonra, ''Ya Re­su­lal­lah, ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışa­cağım?'' diye sordu.

Kainatın Efendisinden şu cevap geldi:

''Allah'tan başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadette bu­lu­nanca­ya kadar onlarla çarpış. 

Onlar, bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. 

Kalplerin­de­ki­nin hesabı ise, Yüce Allah'a âittir.''

Bu cevabı alan Hz. Ali, kararlılık ve sevinç dolu bir sesle, ''Ya Re­su­lal­lah, Müslüman oluncaya kadar onlarla sava­şacağım!'' dedi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz; 

''Onların kalelerinin ya­nına varın­caya kadar vakar içinde ilerle, sonra onları İslam'a davet et; Müslüman olduk­ları takdirde mükellefiyetlerini bildir. 

Vallahi, senin vasıtanla Allah'ın onlar­dan tek bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için birçok kızıl deveye sahip olup onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır'' buyurarak, aynı zamanda İslami fetihlerden maksadın ne olduğunu da ortaya koydu.

 

Hz. Ali, Merhab'la Karşı Karşıya:

Hz. Ali, elinde Hz. Re­su­lul­lah'ın beyaz sancağıyla mücahit­lerin önünde iler­le­yip sancağı Natat Kalesi'nin dibine dikti. 

Onları, İslam'ın umdelerini anla­tıp Müslüman olmaya davet etti. 

Fakat Yahudiler, Müslüman olmayı kabul etme­diler. Çarpışmak için kalelerinden çıktılar. 

Yapılan çarpışmada birçok yi­ğidi, mü­cahitler tarafından yere serildi.

Bu arada, Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Mer­hab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu du­yunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. 

İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sar­mıştı. 

Bu heybetli görünüşüyle; 

''Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere ars­lanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!'' diye haykırıp övünü­yor­du.

Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden; 

''Ben de, anne­min bana Haydar ''Arslan'' adını taktığı adamım. 

Cesarette, ormanlardaki en hey­betli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!''diye ce­vap verdi.

Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı Merhab, ''Ese­dullah'' unvanının sahibi Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfi­kar'la ikiye bölünerek yere düştü.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *