23 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Medeni Aziz Efendi...

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Medeni Aziz Efendi, 1842 yılında Medine'de doğdu. 

"Medeni" sıfatı bu nedenden kaynaklanır. 
Medine'de imamlık ve hatiblik yapan Abdullah Efendi'nin oğludur. 
Aziz Efendi'nin oğlu Yarbay Dr. Halim Bey'in ifadesine göre,  
dokuz yaşında babası ile ile İstanbul'a gelerek,  
Fatma Sultan Sarayı başağası Anber Ağa'ya misafir oldular. 
Aziz Efendi çok küçük yaşında "hıfza"başladığı için güzel bir sesle Kur'an okurken Anber Ağa onu pek beğenmiş ve sarayda alıkoymak istemişsse de babası razı olmamıştı. 
Medine'ye dönmek ve oğlunu da götürmek için hazırlanırken çocuğu gizleyerek kendisine vermediler. 
Bunun üzerine büyük bir üzüntü içinde yalnız olarak dönmek zorunda kalan Abdullah Efendi, İstanbul'dan hareketinden kısa bir süre sonra öldü. 
Bu olaydan sonra Anber Ağa çocuğu evlat edindi ve yetişmesi için büyük emek harcadı. 
Bu arada hıfza çalıştığı ileri sürülürse de gelini hıfzını Medine'de tamamladığını, bu nedenle İstanbul'da alıkonulduğunu söylemiştir. 
İlk musiki derslerini Kuruçeşme'deki Muhsinzade Abdullah Bey'in yalısında Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'den ders alarak başladı. 
Musiki sanatında biraz ilerledikten sonra,  
1863 yılında Fatma Sultan'ın eşi Nuri Paşa'nın konağına imam tayin olundu. Aradan yıllar geçmişti; bir Ramazan günü Abdülaziz camiye gelmişti. 
Hünkar mahfili altında ''Mukabele'' okuyan genç bir hafızın sesi ve okuyuş tavrı dikkatini çekti; kendisini takdir ve taltif etti. 
Ertesi hafta yine aynı camiye gelmiş olan padişah,  
Medeni Aziz Efendi'yi ikinci imamlıkla saraya aldırttı. 
"Sarayda bulunduğu yıllarda ,  
1864'den itibaren Latif Ağa'nın öğrencisi oldu. 
1863'de evlendi ve Ortaköy'e yerleşti. 
Sultan Aziz'in tahttan indirilmesinden sonra,  
kendi isteği ile saraydan ayrıldı. 
Evi yanınca Beşiktaş'ta Abbasoğlu mahallesine taşındı. 
Saraydan ayrıldıktan sonra 1878'de Galata'daki "Tütün Gümrüğü"ne girerek sarığını çıkarıp fes giydi. 
Bu idare 1879'da kaldırılınca "Posta-Telgraf" idaresi muhasebe kalemine atandı. 
Bundan sonra Şeyhülislam Hayri Efendi'nin aracılığı ile "İlmiye" mesleğine geçti. 
Bu işinde uzun süre kalamadı; 
Hayri Efendi ile geçinemediği için eski işine döndü. 
Sultan II. Abdülhamid döneminde ve Cemaleddin Efendi'nin şeyhülislamlığı sırasında ikinci kez "Mısır Mevleviyeti" payesi ile yeniden "İlmiye Sınıfı"na girdi. 
1890'da Selanik Mevleviyeti, ölümünden altı ay önce ise,  
Edirne Mevleviyeti ile taltif edildi. 
Aziz Efendi'nin bir de eğitimcilik yönü vardır; 
çeşitli okullarda çalışmış, hayli öğrenci yetiştirmiştir. 
1881 yılında Suphi Paşa'nın zamanında "Nehari Kız Sanayi Mektebi" müdürlüğüne getirildi. 
1883'de aynı okulun "Leyli" bölümünü de yönetti. 
Münif Paşa 1887 yılında "Kız Rüştiye Mektepleri"nin genel müfettişi oldu. Kanuni Ama Nazım Bey, Ama Ali Bey, Leyla Hanım başlıca öğrencileridir. 
1895 yılı sonbaharı ortalarında hastalanarak aralık ayında Bebek'teki evinde öldü. 
Eyüb Çürüklük Mezarlığı'na defnedildi. 
Ölümü ile ilgili olarak Nuri Şeyda Bey şu tarih mısraını söylemiştir: 
''Hak Aziz'i yevm-i Mahşer'de eder elbet aziz'' 
Medeni Aziz Efendi musiki alanında çocukluğundan başlayarak,  
ölünceye kadar süren geniş, ateşli bir öğrenme ve öğretme yılları geçirmiştir. Oğlu diyor ki, En çok sevdiği ve aşıkı bulunduğu seçme eserleri her nerede duysa uzak, yakın demiyerek gider, öğrenirdi.
İşte çocukluğundan başlayan bu heves ve sevgi onu günün birinde yaşadığı devrin musiki ustaları sırasına geçirdi. 
Arnavutköy'deki sultan saraylarında saraylı kadınlara,  
Fethi Paşa ve Atiye Sultan'ın cariyelerine, "Vekil-Vüzera" konaklarına derse giderdi. 
Duygulu bir bestekar, iyi bir edebiyatçı, kudretli bir musiki hocasıydı. 
''Yar açtı taze yare sad-pareme 
Gayrı el çek ey Felek vakıf değilsin çareme'' 
güfteli şarkısı ile yine Hicaz makamında ve Türk Aksağı usulünde,  
''Ey çerh-i sitemger dil-i nalana dokunma 
Hicr alemidir ettiğim efgane dokunma 
Ey tiğ-i elem yareledin cismimi, bari 
Cananıma nezreylediğim cana dokunma'' 
güfteli şarkı, onun en çok sevilen ve dinlenen eserlerindendir. 
Hele onun seslerle işlenmiş küçük bir minyatür tablo kadar zarif,  
şu hüzzam şarkısı ne kadar renkli ve güzeldir: 
''Kerem eyle mestane kıl bir nigah 
Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah 
Bu bezm-i safadır gel ey ru-yi mah 
Şarab iç süzülsün o çeşm-i siyah'' 
Aziz Efendi icrakârlıkla da uğraşmıştır. 
İyi tanbur ve lavta çalarmış, piyano da öğrenmiştir. 
Bir de Aziz Efendi, gazel dediğimiz ve bir anın hassasiyetini ses ve sözle ifade eden irticali beste şekillerinde güfteyi melodi üzerinde bölerken, aralarına 
(Aman, of, hey, ilah. . . ) gibi metrelerce uzayıp giden ve güftenin 
lafzı ve manevi değerini bozan,  
klişeleştirilmiş kelime yığınlarından fevkalâde çekinir ve bunu konuşma arasında ''Efendime söyleyim, şey, falan-filan'' gibi yersiz ve lüzumsuz sözlere benzetirmiş. 
Dini ve dindışı musikimizin bütün inceliklerini kavrayan bir sanatkar olarak her formda eser vermiştir. 
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *