Adamları- adamlarımız
İnsan beyni aynı anda iki düşünceyi bir arada tutamaz. Bu yüzden toplum mühendisleri insan beynini daima istediği düşünce ile meşgul eder. Bu önceleri çok bilimsel bir olgu olarak kimi istihbarat merkezlerinde kullanılırdı. Sonra başkaları da öğrendi bu işleri. Yayılmacılar, müstemleke peşinde koşanlar, tek güç olmaya çalışanlar, emperyaller, güç odakları ve nihayet küresel sermaye bu yöntemi bellediler. Herkes kendi çapında insanları belli bir düşünceye kilitlemeye çalıştılar. Başarılı da oldular. Tüm insanlık âleminin tüketim çılgınlığı yaşaması bu yöntemle elde edildi. Tüketim merakı ve talebi tüm insani değerleri, manevi değerleri yürürlükten kaldırdı.
Günün birinde siyasetçiler, ulusal ve yerel siyasetçiler ve yöneticiler de insan beynini tek düşünceyle meşgul etme yöntemini öğrendi ve uygulamaya başladı. Gündem oluşturmak bu amacı gerçekleştirir. Başarılı siyasetçiler durup dururken ortaya bir konu atıyor ve insanları o fikir etrafında düşündürüyor. Tam bu noktada toplumlar ikiye bölünüyor. Adamlarımız ve adamları olarak atışmaya başlıyorlar. İnsanların gazını atacağı bir alan da var. Sanal medya. Sanal medyada bir gezinti yaparsanız iki öbek olduğunu ve herkesin kendi adamlarını haklı gördüğünü ifade eden açıklamaları görürsünüz. Her iki tarafın da adaletten, insaftan, merhametten, şefkatten, hakikatten nasibi olmadığı, sadece galip gelmek için bir şeyler söyleyip yazdıkları görülür.
Millet öyle bir alışkanlık elde etmiş ki hayretlere seza. En küçük bir olayda o alanda bulunan insanların hemen iki öbeğe ayrıldığını ve kıyasıya birbirinin aksi düşünceleri savundukları insanı hayretten hayrete sevk ediyor. Başarılı siyasetçiler insanların bu zaafını ve niteliğini alabildiğine kullanıyor. Ha bu arada toplum şak diye ikiye ayrılıyormuş, düşman kitleler oluşuyormuş, bir önemi yok. Burada amaç yüzde 50’yi aşmaktır. Yüzde 50’yi aştıkça bir sorun yok. Öteki tarafı hain ve düşman, geri kafalı, gerici, batıcı, şucu, bucu diye yaftalayarak yola devam edilir.
Şimdi toplum mühendisleri başka bir yöntem buldular. Şimdi dedimse lafın gelişi. En az 50 yıldan beri bilinen bir yöntem. İnsanları idare etmek isteyenlerin kesin sonuca ulaştığı bir yöntem var. Borçlandırmak. İster sömürgeci düşünceyle bazı milletler üzerinde ister kendi yönettiğin millet üzerinde kesin istenen sonuç için onları borçlandıracaksın. Eğer bir ülkede durup dururken sokaklarda kredi kartları dağıtılmaya başlanmışsa hiç tereddüde yer yok. O ülke insanları borçlandırılıyor demektir. Borçlandıranın kim olduğuna bakmak gerek. Borçlandıran kimse, o milleti kolay yönetmek isteyen odur. Bir ülkeye sıcak para çokça giriyorsa, cari açık kapanır, harcamalar artar. Ama o sıcak para kimin diye bakmak gerek. O sıcak parayı sizin ülkenize akıtanların sizden kendi gelecekleri için istekleri vardır ve o sıcak paranın hatırına o istekleri kolayca kabul edeceksiniz demektir. Uluslararası para kuruluşları başka milletleri-devletleri istenen amaç doğrultusunda kullanmanın araçlarıdır. Devletlere, milletlerarası iş yapan işadamlarına, kurum ve kuruluşlara kredi açan küresel sermayenin kuruluşları verdikleri parayı hangi alanda harcayacağınızı da söylerler. Oto yollar yapmak için ayrı, örgün öğretim kurumları yapmak için ayrı, kaldırımları yükseltmeniz için ayrı para verirler. Park ve bahçeler oluşturmanız için bile para verirler. Savunma sanayi için, ülke artımı için, imalat sanayi için istediğinizde yine para verirler ama faizi ‘anasının nikahı’ olur.
İnsan da millet de tüketim çılgını olmuşsa, rahatına düşkünse, üretim zahmetine katlanmıyorsa, verilen borçları geri ödemeyecekmiş sanıyorsa, borçlanmayı kabul ediyor ve memnun oluyorsa, artık onun düşünme yeteneği de dumura uğrar ve yok olur. Tam da toplum mühendislerinin istediği kıvamda insanlar oluverilir.
