Her zaman dağ-fare sonucu
YÖK Başkanı, İçişleri Bakanı ile özel bir görüşme yapmış ve öğretim üyelerine yöneltilen şiddeti önlemek için bir (Comission) kurulacağını haber olarak okumuş ve dinlemiştim. Ne yapacaklarını tahmin etmekle birlikte, acaba şaşırtacak uygulanabilir, işe yarar bir oluşuma gidilebilecek mi diye merak da ettim. Aradan çok geçmedi yeni bir haber düştü gündeme. Üniversite yerleşkelerinin girişine güvenlik görevlisi konulmuş. Hiç şaşırtmadı. Zaten meselenin çözümü için İçişleri Bakanı ile görüşüyorsa en üstteki yönetici, alınacak tedbir bellidir. Polisiye. Ama bu yarayı tedavi etmeyecekmiş onların umurunda değil. O YÖK Başkanının amacı şuydu. Hemen olaya müdahale etti ve İçişleri Bakanıyla görüştü. Tedbir aldırdı. Aferin adama, denilsin isteği gerçekleşti. Ama sorun çözülmedi, yara tedavi edilmedi, kanama durdurulmadı.
Vatandaşın ruh sağlığı
Şiddetin ortadan kalkması için vatandaşların ruh sağlığının yerinde olması gerekir. Ha bunun için de meselenin çok uzağından geçen bir daire çizilmiştir. Ruh Sağlığı Kanunu çıkartmak. Görüldüğü gibi bu olayda da dağ fare doğurdu. İktidarın büyük ortağı karşı çıktı ve kanun çıkartma faaliyeti askıya alındı. Nüfusun dörtte birinin yani 21 milyonun üzerinde silah varsa, oto park ederken, karayolunda seyrederken, kırmızı ışıkta beklerken, hatta yan baktın diyerek insanlar birbirine silah sıkıyorsa, hayvanlar, kadınlar, çocuklar bizzat anneleri tarafından, sahipleri tarafından, aile bireyleri tarafından işkenceye, şiddete tabi tutuluyorsa, işçi-işveren, öğretmen-öğrenci birbirinin katili oluyorsa böyle bir toplumda ruh sağlığı vardır denilemez. Gel gelelim, iktidarın büyük ortağı ‘Böyle bir kanun çıkarmak Türk milletine hakarettir’ diyerek meselenin önüne bir duvar örüyor.
İnsanların şaftı kaymış
Kanun çıksaydı yaraya merhem olacak mıydı? Hayır. Yeni sorunlar çıkacaktı. Ama (psikiyatr) asabiye hekimleri ve (psikolog) davranış bilimcileri para kazanacaktı. Asabiye doktorlarımız da, ruh ve davranış bilimcilerimiz de bu toplumun fertleri olarak zaten aynı hastalıktan muzdaripler. Yani tedavi etmesi beklenenlerin çoğu aslında tedavi olmak ihtiyacında. Neden? Çünki bu ülkede insanların şaftı kaymış. Kimsenin ilkesi yok. Ölçüsü yok. Kutsalı yok. İnancı yok. Zemini yok. Bir tek değer var hayatta bırakılan. Ne şartta olursa olsun kazanmak ve tüketmek. Helal-haram terimleri lügatten çıkalı çok oldu. İsrafın adı mutluluk olmuş. Şükürsüzlük, geğirmek, karnını kaşımak saadet olmuş. Parası yoksa bile borç kartlarıyla alıveriş yaparak ve yine tüketmek hedef. Herkes hasta ama tedavisi mümkün değil. Ama birileri kazanmak için sandığa hakim olmayı, ama sandığa gitmeyi siyasi faaliyet saymamayı ustalık saymaya devam ediyor.
Demografik denge kalmadı
Aile mahvolmuş, televizyonda yayınlanan yarı polisiye aile programları Türkiye’de ailenin bittiğini anlatırken, gözler önüne sererken, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Türkiye, her geçen gün büyüyen bir ülke. Her yıl belli bir nüfus artışı vardı. Şimdi dıştan gelen, başka ırk mensubu kişilerle ve onların ülkemizde doğan çocuklarıyla demografik denge de altüst ediliyor. Ama yine de Devlet Planlama Teşkilatı çalıştırılmıyor. Peki, sorunlar nasıl çözülecek dersiniz.
Dünyayla rekabet şart
Türkiye her şeye rağmen büyüyecek, gelişecek. Ama başka gelişenlerle yarışamazsa geride kalır. Mesele sadece gelişmek, büyümek değil, başka gelişen ve büyüyenlerle yarışabilmekte. Dünyada kendi kendimize yaşamıyoruz. Başka devletlerle dostane, akıllı, ilkeli, zeminli, ölçülü ilişkiler geliştirmek zorunludur. Yoksa hemen en yakınımızdaki, ya da bize en yakın davranan devletin yumruğunu yemek işten bile değil.
