Usulsüz hüküm
DÜŞÜNCEMİ, bana ait fikrimi paylaşmak adına çok düşündüm. Bunu paylaşmasam içimde kalacak ve kendime haksızlık yapacaktım. Tartışmanın nedeni İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer. Tanımam. Babası Nurettin Soyer’i de... Rahmetli Alparslan Türkeş için idam talep eden 12 Eylül darbe döneminin sıkı yönetim savcısı. Bu duruşmayı izlemedim ama mahkeme dışında bekleyenler arasındaydım. Süreç ülkücü camia için şok yaratan berbat bir ortamdı. Koca Türkeş Bey için idam istemi... Neyse geçti o günler. 50 yıl olmuş. Ancak geçmiyor işte. Sayfaları geriye doğru çeviriyoruz. Dün yaşananlardan ders alınmıştır. 60 ihtilali, 63, 71 darbe girişimleri, 80 darbesi, 28 Şubat ve 15 Temmuz... Yine ancak; bu haltları işleyenler ya cezalandırıldı ya da manevi olarak vicdanlarda yargılandı ve bugünlere gelindi. Gelindi ama bu kez de yargılanan, yadsınan ve o berbat dönemlerde imzası bulunanların çoluğu, çocuğundan hesap sorulur durumuna geldik.
Çocuğundan çıkarmayalım
Tunç Soyer’e ne babası Nurettin Soyer’in aldığı karardan? Ne babaların kabahatlerini çocuklarından, ne de çocuklarını hatalarının faturasını babalarından çıkartma gibi bir hakkımız olmamalıdır. Öyle olsaydı, çocuklarını öldüren veya babalarına infaz kararı veren padişahlar ve imparatorlardan başlayıp bugünlere kadar muhasebeleştirmek gerekiyordu tarihimizi! Şimdi 60 ihtilalinin hakimi Salim Başol’un, savcısı Egesel’in, 63’ün idam edilen albayı Talat Aydemir’in, 71’in Faik Türün’ü, 80’nin Kenan Evren ve konsey üyelerinin, 28 Şubatçıların, 15 Temmuzcuların çoluğunu çocuğunu hesaba katıp da boyunlarına yafta astığımızda nüfus planlaması yapmış oluruz. Bir birey olarak eğer kendimizden sorumluysak ne aile efradımızın ne de aile efradının bireye mirası gibi töhmeti kalmamalıdır. Ne yapacağız şimdi Dişli kardeşleri?... Biri 15 Temmuz mahkumu tümgeneral, diğeri AK Parti’nin üst düzey isimlerinden. Ne yapacağız Bıçakçı kardeşleri?... Biri ülkücü ve MHP milletvekiliydi, diğeri solcu ve DSP milletvekili. Aynı dönem parlamentoda oldular. Babalarının cenazesinde bile barışmadılar. Yeğenleri bile gizli gizli Meclis’te amcalarını ziyaret ediyordu. Benim kardeşim camiden çıkmaz. Ben ise götüren olursa Cuma ibadetçisiyim.
Babam sürgün yedi
O dönem öyleydi, bu dönem böyle. 60 ihtilalinde çocuktum. Ama her şeyi hatırlıyorum. Rahmetli babam sürgün yemişti. Sonra ödüllendirildi. Kime göre, neye göre! Çağdaş, modern bir subay olan rahmetli dayım 80 döneminde Elazığ’da sıkı yönetim mahkeme başkanıydı. Üzüntüsünden mide kanaması geçirdi. Diğer dayım, 63 Harbiye kalkışmasında bir subay olarak öğrencilerine gardiyanlık yapmıştı ve ağladığını bilirim. Bir tarih hesaplaşmasına girip de bunun faturasını aile bireylerine çıkartmanın haksızlık olacağını düşünenlerdenim. Tunç Soyer’in avukatı hiç değilim ama şöyle sayfaları geriye çevirince ne Tunç Soyer’ler görürüz.
Din adamı olan bir muhterem büyüğümüzün kızı uyuşturucu kurbanı olup ölmüştü. Ne yani, babasını mı suçlamak gerek şimdi! Hırsızın oğluna hırsız, arsızın kızına arsız, sahtekarın kardeşine üçkağıtçı damgasını vurursak işin içinden çıkamayız. Tarihimiz bu darbe dönemlerini yargıladı ve tozlu arşivlere kaldırdı. Bakın bir dönemin ulu Kenan Paşa’sı, 100 yaşına ramak kala hastane odasında yatalak durumda yargılandı. Ne paşalığı kaldı ne de askeri unvanı. Genç olsalar hepsine hapishane yolu açılacaktı. Şili, Yunanistan, İspanya, Almanya, İtalya, Fransa, İrlanda ve daha birçok ülkede benzeri olaylara tanık olduk. Armut her zaman dibine düşmez. Üzüm her zaman üzüme bakarak kararmaz. “Söyle bana ceddini, söyleyeyim sana kendini” her zaman doğru bir deyim olmaz. Anasına bakıp kızı alınmaz.
Ben bir bireyim. Ailemin yükünü de, diyetini de çekerim. Ama yanlışı benim yanlışım olamaz. Yoksa ne vatan haini suçlamasıyla idam edilen, hapse atılanlar yıllar sonra kahraman olup iade-i itibar alıp devlet töreniyle anıldılar. Ne kahraman geçinenler de yıllar sonra damgalanarak vicdanlarda yargılandılar. Suç ve cezalar kendilerine ait. Aile bireyleri bu mirastan pay alamaz. Daha düne kadar küçük bir ilçede belediye başkanlığı yaparken soyu sopu bilinmez birinin, büyükşehire kaydırılmasıyla ailesinin geçmişini yaftalamak bu açıdan bakıldığında haksızlık olmaz mı?
