11 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Sınırlar var sınırlardan içeri

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

 

TÜRKİYE Yazarlar Birliği İstanbul Şubesinin müdürlüğünü yapıyordum. Sonra bir dönem de yönetim kurulu üyesi ve müdürü olarak görev yaptım. Sultanahmet’teki Kızlarağası Medresesi TYB İstanbul Şubesine Vakıflar’dan tahsislidir. TYB kirasını ödeyerek orayı mekean olarak kullanır. O medrese lokal ve kahvehane olarak da kullanılır üyeler ve dostlar için. İlginç de bir kitle vardır oraya müdavim olan. En başta Milliyetçi kurum ve kuruluşların hemen hepsinde imzası olan merhum Mehmet Niyazi Özdemir vardı. O bir tarikat şeyhi, büyüğü, erenlerden biri gibi kabul edilir ve onun etrafında toplanılırdı. Ondan sonra da Yusuf Özaslan gelirdi. O da Çerkes endamıyla, kocaman sakalıyla, yaz kış sıkı ve sağlam giyimiyle, ama her zaman murakabe halini koruyarak otururdu kalabalık içinde. Anavatan Partisinin, daha sonra da AKP’nin seçim söylemlerinin hazırlanmasında ajans işlerini yapardı ve halaa yapıyor kısmen. ‘Sen Üsküdarsın büyük düşün’ onun eseridir. Eski milletvekillerinden Vehbi Sınmaz da sık olmamakla birlikte gelip orada sohbetlere katılırdı.

Konuştuğun dilin sınırları

İki kişi vardı. Hem o topluluk içinde bulunmaya çok özen gösterirler, hem de o topluluğun irfan ve siyasi düşüncesinden uzak dururlardı. Avukat Sahir bey kendisini hemen her tanışmada ateist, Allah’a inanmaz olarak tanıtırdı. Belki de bunu kendini çoğunluktan ayıran bir nitelik sayarak bunu yapıyordu. Tamamen Batıcı, evrensel düşüncelere sahip, aydın bir insandı. Bir de onun hep yanında olan Yargan Buyruk. Yargan da doktor lakabı ile anılırdı. O İslam öncesi Türkçü ve Turancı idi. Daha başka bir yığın ilginç insanlar vardı. Çoğuyla dostluğum bugün de sürmektedir. Ama avukat Sahir beyi anmamın bir sebebi var. Sahir beye göre ben de mutaassıp dinci bir insandım. Görüntüm öyledir umumıyetle. Bir ara sohbet ediyordu. O mutlak özgürlüğü savunuyordu. Ona ‘Söylediğin mümkün değil, bir kere her insan konuştuğu dilin sınırlarıyla sınırlıdır’ dedim. Sahir bey çok zeki bir insandı. Meselenin nereye gideceğini görerek, hayretler içinde kalarak, ‘Seni takdir ediyorum. Çok doğru bir tespit, hiç kimse konuştuğu dilin sınırlarını aşacak kadar özgür olamaz’ dedi.

Bab-ı ali’den hatıralar

70’li yılların ikinci yarısında haftalık Sebil gazetesinde çalışıyordum. Sevgili arkadaşım Ramazan Güntay da oradaydı. Selahattin Eş beyefendi kısa bir süre sonra ayrıldı. Yılmaz Yalçıner beyefendi de herhalde Ankara’da başka bir yayının başına geçmek için bırakmıştı. Merhum Ali Galip Vural da, bana, Sebil’den ayrılacağını, istersem oraya bir baş vurmamı tavsiye etmişti. Siyasal İslam düşüncesinin tüm yazarları gazetemizde yazıyorlardı. Ali Galip Vural bey, Allah taksiratını affetsin bana iki kere iş bulmuştu. Birisi bu Sebil gazetesinde, öteki de yine kendisinin ayrıldığı Son Havadis gazetesinde. Orada da çok değerli meslektaşım Fevzi Koçak beyefendi ile tanışmıştık. Şimdi Ramazan bey de, Fevzi bey de Ortadoğu Gazetesinde çalışıyorlar ve ben de orada yazı yazmaya çalışıyorum.

Sebil gazetesini Ramazan Güntay ve ben birlikte yayına hazırlıyor, matris kalıplarını çektirip matbaaya götürüyor, basılırken başında bekliyor, sonra da paketlenmesi ve dağıtıma verilmesi ile ilgileniyorduk. Yazarların yazılarını da biz elden geçiriyor, haberleri de elbette kendimiz yazıyorduk. İşte o hengamede ben 23 yaşında üniversite öğrencisi bir gencim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe okuyorum. Gaziantep’te lise öğrencisi iken de bir gazetede yazılar yazıyordum. Kendimi büyük bir düşünce adamı sanıyorum, sayıyorum. Yazarların yazılarını kesipbiçiyorum. Yetkiliyim. Gazetede bu işler benden soruluyor. Çok marka yazarların yazılarına dokunmuyordum ama, Osman Akkuşak beyefendi de öğretmenlik yapıyordu ve bize kimi zaman yazılarını getiriyordu. Eliyle defter yaprağına yazıyordu. Ben onun yazılarını çok da ciddiye almadığım gibi, onu daktilo etmektense çöpe atmayı tercih ediyordum. Ben koskoca düşünce adamı idim. O, benim zekea sınırlarım kadar özgürdü. Osman Akkuşak ağabeyle de dostluğumuz kırık dökük devam ediyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *