14 Aralık 2025
Facebook
Twitter
Instagram
YouTube
İstanbul
Parçalı bulutlu
10°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Hülagu ile Kadıhan diyaloğu

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir.

Hülagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür.

Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar.

Kadın, yaşlı, çocuk, hamile demeden bazı kaynaklara göre 200.000, bazılarına göre de 400.000 kişiyi katleder.

Cami, hastane, saray ve benzeri ne varsa hepsini yok eder.

Kütüphaneleri ve tarihi eserleri yakar, yıkar.

Milyonlarca dini ve ilmi eserin büyük bir kısmını Dicle Nehrine attırır.

Hülagu’nun zalimliğini anlatmak için Dicle’nin günlerce kan ve mürekkep aktığı söylenir.

Hülagu bir gün, şehrin dışına kurduğu karargahında, o beldenin en büyük alimi ile görüşmek istediğini bildirir.

Bu haber, alimler arasında korku ve endişeye sebep olur. Kimse Hülagu tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete icabet etmek istemez.

Bu haber zamanın genç alimlerinden Kadıhan’a ulaşır.

Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir.

Böylesi bir daveti kabul ettiğini söyleyerek Hülagu ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de horoz verilmesini ister.

Öyle bir fedainin ortaya çıkması ulema sınıfını rahatlatır.

Çünkü bir kurban bulunmuştur.

Hülagu’nun şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar.

Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendisini tanıtır.

Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler.

Hülagu, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte birisi olmadığını görerek, ‘’Banagöndermek için bula bula seni mi buldular.

Gönderecek başka birini bulamadılar mı’’diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “görüşmek için iri yarı, boylu poslu birini istiyorsan, bir deve getirdim.

Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim.

Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim.

Üçünü de çadırın önüne bıraktım.

Onlarla görüşebilirsin!” der.

Hülagu karşısındakinin sıradan birisi olmadığını anlar ve “şöyle otur bakalım” diyerek ilk sorusunu yöneltir.

“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir” diye sorar.

Kadıhan gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi.

Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik.

Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük.

Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi, der.

Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar.

“Peki, beni buradan kim gönderebilir” Cevap çok manidardır.

O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *