Gönül ikliminden inciler
İman ile aynı kökten gelen emanet, bir mü’minin alamet-i farikasıdır.
Nitekim Rasûlullah Efendimiz’e; ‘’Ey Allah’ın Rasulü! Müslümanların en faziletlisi kimdir’’ diye soran Ebu Mus’a Efendimiz şöyle karşılık vermiştir: ‘’Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse.’’ (Buhari)
Bu itibarla mü’min; iman eden, emanet edilen, itimat telkin eden ve güvenilen kimse demektir. Diğer taraftan, emin olmayan ve sözünde sadâkat göstermeyen kimseler hakkında hadîs-i şerifte şu dehşetli ikaz sadır olmuştur:
‘’Emaneti olmayanın imanı da yoktur.’’ (Ahmed) Peygamber Efendimiz, sergilediği güzel ahlak dolayısıyla cahiliye Arapları’nın dahi o derecede itimadını kazanmıştı ki, O’nu gençliğinde bile ‘’el-Emin’’ ve ‘’es- Sadık’’ vasıflarıyla tavsif etmişlerdi.
Hatta Allah Rasulü’nün amansız bir düşmanı olan Ebu Cehil O’na bir gün: ‘’Ya Muhammed! Ben Sana, yalancısın demiyorum. Fakat şu getirdiğin davetini istemiyorum...’’ diyerek Efendimiz’in doğruluğunu vicdanen kabul ettiğini, fakat hidayet davetine icabet etmekte nefsine mağlub olduğunu bir bakıma itiraf etmişti.
Nitekim bu hal, ayet-i kerimede şöyle beyan edilmektedir: ‘’...Rasûlüm! Onlar Sen’i yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.’’ (el-En’am; 33) Hiç şüphesiz ki insan, sevdiği kimsenin emanetine daha çok itina gösterir.
Ona en ufak bir zarar gelmesini arzu etmez. Tâbiri caizse ona gözü gibi bakar. Ümmetini çok seven ve bu sevgisini; ‘’Dikkat edin! Ben hayatımda sizin için bir emniyet vesilesiyim. Vefat ettiğimde ise, kabrimde;
‘’Ya Rabbi, ümmeti ümmeti!..’’ diye ilk Sur üfleninceye kadar nida edeceğim... Sözleriyle dile getiren Allah Rasulü bir hadis-i şeriflerinde de; ‘’Size iki emanet bırakıyorum’’, buyurmuş ve bunların; ‘’Kitap ve Sünnet’’ olduğunu ifade buyurmuşlardır.
Unutmayalım ki, Rasulullah Efendimiz, Veda Hutbesi’nde ashabın şahsında bizlere şu mühim tavsiyede bulunmuştur: ‘’Sakın, günah işleyerek yüzümü kara çıkarmayınız!’’ (Müslim)
