MERHUM ALİ ULVİ HAZRETLERİNİN HATIRALARINDAN:
Her insanın hayal ve hafızasında yaşayan öyle hatalar olur ki, bunlar. onun gönül bahçesini süsleyen güller mesabesindedir. Her gün yeni bir neşeyle açan bu güller, eksildikçe yenilenir.
İnsan onları andıkça yanar ve yandıkça anar...
Benim gönül bahçemde , yıllar yılı solmadan yaşayan bu hatıralardan birini arz etmek istiyorum: Kahire El- Ezher Üniversitesinde talebe olduğum yıllarda idi. Mısırın ve bütün Arap edip ve mütefekkirlerinden Mustafa Sadık er-Rafii merhum, ''er risale'' dergisinde çıkan ''Fi'l-leheb vela yahterik'' Alevler içinde, fakat yanmıyor'' başlıklı makalesinde, hülasa olarak şöyle bir sahneyi dile getiriyordu: '' Bir gün, üniversite talebelerinden bazı gençler evimde beni ziyarete geldiler. Yazılarımdan çok mütehassıs olduklarını söylediler. Simalarında imanın nuru, ifadelerinde akıl ve idrakın şuuru parıldayan bu gençler, öyle derin bahislere giriyor ve o derce mühim sualler soruyorlardı ki, ifadeye sığmayan ve izahını ancak gözyaşlarında bulan bu manzara karşısında hayretler içinde kaldım.
''İnsanlığın yüksek şuuruna eren bu gençlerin, gönül, ruh, akıl, aşk ve vecd bezminde kendimden geçtim....Ruhumun derinliklerinden kopan his ve heyecanımın gözyaşları halinde taşmasına mani olamadım. İhlas şuuruna eren imanın ve kemalini bulan ırfanın insana neler kazandırdığını hayret ve memnuniyetler içinde görmenin sonsuz saadetine erdim.
''Ruh aleminin nur saçan ufuklarında yaptığım mahkemelerle şu neticeye vardım: '' Bu gençler, üniversitede kız talebelerle birlikte tahsil yapıyorlar. Belki de lüks hayat yaşayan aristokrat ailelerin çocuklarıdırlar. Bununla beraber bütün iman ve ahlak dışı amiller, bunların mana alemlerine te'sir edemiyor. Cemiyetin her sahasını çürüten materyalist cereyanlar, bunların semtine yaklaşırken, aynen sahillerdeki yalçın kayalara çarpan dalgalar gibi paramparça oluyor....''Hz. Nuh'u tufan felaketinden, Hz. İbrahim Nemrudun ateşinden, Hz. Musa'yı Firavunun zulmünden,
Hz. İsa'yı düşmanlarının elinden ve Muhammed Mustafa'yı Mekke müşriklerinden koruyup kurtaran Allah cc bu gençleri de lütuf ve keremiyle muhafaza ediyor. Zira bunlar, alevler içinde yaşadıkları halde, yanmıyorlar.''
Şükürler olsun, çok geçmeden niyazlarımın dergahı ilahide kabulünü müşahade ettim. Manevi dirilişin ilahi aşkını bir bahar sabahı gibi temsil eden genç nesli, ilim ve fikir sahalarında temessül etmiş olarak gördüm.
İmanın nuru ile parılayan simasına gönül vediğim günden beri, mukaddesatçı gençliğin, İslamın ruh ve şuuruna ermek için yıllarca civarı Peygamberide duacı oldum.
Yarım sara yakın bir zamandan beri yazdığım şiirlerimde hep bu aşkı terennüm etmişimdir. Maneviyat ufuklarımızın karardığı günlerin matemli tablosu, şu mısralarda bir yara halinde sızlıyordu:
''Ne gelen var, ne giden var, ne gülümser bir yüz,
Yolcu yorgun, yük ağır, menzil uzaklarda henüz.
Uyanış fecrinin aydınlığını tasvir eden safha ise, aşağıda ki mısralarda parıldadı:
''Ruhum kanar ağlardı ışıksız gecelerde,
Sıyrıldı gözümden o cehennem gibi perde....
Genç nesilden bize hep müjdeci sesler geliyor,
Uyanış fecrinin marşlarla bütün besteliyor.
Taşı toprakları vurdun, dinle gelmişçesine
Uyuyorlar koro halinde İlahi sesine.....
Bu ilahi sesi, bin vecd ile ben dinlerken,
Çağlayanlar dökülür ruhuma yükseklerden.
