Merhum Bülent Ecevit’in Başbakanlığında Türkiye Cumhuriyeti kararlı iradesiyle, Silahlı Kuvvetlerimize 20 Temmuz 1974’ de barış harekâtı emri verildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Kıbrıs’a barış getirmesinden bu güne, yenilgiyi hazmedemeyen müttefik ülkelerin yaptırım ve ambargo tehditlerine maruz kalıyoruz.

Anlaşılan o ki, Türkiye’nin hür ve bağımsız bir devlet olmasını asla istemiyorlar. Ülkemizin bu yaptırımlara karşı, kendi ayaklarının üstünde durabilmesi için ne gerekiyorsa yapmamız şart. Elli yıla yakın ülkemize yaşattıkları tehdit ve ambargolar belirli aralıklarla, bizim dostane yaklaşımlarımıza rağmen müttefik bildiğimiz ülkeler, ülkemizdeki milli gelişimlerin akabinde tehdit ve yaptırımlarını, bizim kaderimiz gibi tekrarlıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ise bu olumsuz ve tehditkâr yaklaşımlara karşı, düşmanca değil dostça yaklaşıp, gelişen dünya düzeni içinde dengeli bir ilişki kurmaya çalışıyor.

Ancak, bizim bu dostane yaklaşımlarımıza rağmen, ülke idarecilerinin yaşadıkları tehdit ve yaptırımları, şimdi de Cumhurbaşkanımız yaşıyor.

Ülkemize yapılan saldırılara, içimizdeki çatlak sesler maalesef sessiz kalıyorlar. Ülke menfaatlerini değil siyasi amaçlarını öne çıkartıyorlar.

Milli durmak yerine, iktidarın zorda kalması umudu içindeler. Geçmişin mirası Türkiye Cumhuriyeti olarak, bağımsızlığımızın devamı için, dış güçlere karşı birlikte, tek yumruk olarak mücadelemizi sürdürmeliyiz. Bunun aksine, içte birlik olamazsak bunu dış güçler kullanır.

Ülkemizin içindeki, dışa hizmet edenleri ortaya çıkartamazsak, ülkenin başına gelen geçmişteki olumsuzlukları, kaderimiz gibi yeniden yaşamak zorunda kalabiliriz.

Kıbrıs savaşında merhum Ecevit’in yaşadıklarını, yıllar sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’da yaşıyor. Bu baskıların siyasi düşünce veya fikirle alakalasının olmadığını, emperyalistlerin gerçek gayesi, ülkemizin milli ve yerli savunma sanayimizin ilerlemesini engellemek.

Sevindirici olan, merhum devlet adamı Ecevit nasıl dik durduysa, Cumhurbaşkanı da aynı şekilde bugün kararlı duruş gösteriyor.

Ambargo sonrası merhum Ecevit ülkemizin bağımsızlığı için, yaptırımlara boyun eğmediği gibi, ülke satında savunma başta olmak üzere, her konuda üretim seferberliği başlatmış olsa da, aradan geçen zamanda maalesef, siyasilerimiz yeterli destek azim ve gayret gösteremediler.

Bugünkü iktidarın yaptığı gibi, o günden bu güne siyasilerimiz azim ve gayretlerini devam ettirebilselerdi, şuan ne durumda olacağımızı bir düşünelim. Neden yapılamadı? Neden yaptırılmadı? Sorusunun cevabı ise, Milli ve yerli düşünenlerin siyasetten uzaklaştırılmasıdır.

Ülke menfaatlerini öncelemeyen emperyalistlere karşı dik duruş sergilemeyen, siyasilerin iktidarda olması. Bugünkü savunma sanayideki gücümüzün hangi seviyelere çıkacağını düşündüğümüzde, hiçbir ülke, ülkemize yaptırım uygulama cesaretini asla gösteremeyecekti.

Milli politikaların siyasi hükümetlerden bağımsız olarak, milli savunma ve güvenlik politikaları belirleyen bağımsız, milli ve ülke menfaatlerini önceleyen, milli bir sistem kurmalıyız.

Hiçbir ülkeye bağımlı kalmadan özgür irademizle, ülkemizin gelişmesini sağlayacak, her konuda yeterli birikime ve enerjiye sahip insan gücümüz elbette var.

Savunma sanayimiz, 66 projeden 700 projeye, yerli ve millilik oranımız % 20 den %70’ e çıkartılmıştır. Teknolojik alanlardaki gelişmelerimiz, ambargonun gerçek sebebidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son kabul testinin yapıldığını açıkladığı “HİSAR-A+” Milli ve yerli savunma füze sisteminin envantere girmesiyle, ithal S400’ e ihtiyaç kalmayacaktır.

Her ambargo ülkemizin üretim azmini ve gücünü artırmaktadır. Ülkemizin her konuda başarılı olacaktır. Yaptırımlara karşı mücadele edecek potansiyele de sahiptir.

Ülkemiz içinde, millî değerlere karşı duran teslimiyetçi zihniyete rağmen, millet sahip olduğu milli ve manevi gücüyle, güçlü bir şekilde bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruma iradesindedir.

Kendi siyasi geleceğini ülke geleceğinin önünde tutan, millî düşünmeyen, saldırı ve tehditlere karşı dik duramayan, Kifayetsiz Muhterislere siyasi iktidar fırsatı vermemeliyiz.