Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sistem değişikliğinin de doğal sonucu olarak yetki ve hareket alanını kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti için etkin ve oldukça verimli bir liderlik diplomasisi performansı sergiliyor.

Türkiye’de diplomasi ve güvenlik kurumlarının da eş güdüm halinde çalışması, dış politikanın bütünleşmiş şekilde yürütülmesi ve somut çıktıların üretilmesine zemin hazırlıyor.

Değişen dünya şartlarında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal olarak Batı dünyasının kendisine biçtiği alana artık sığmıyor

Bunu Erdoğan’ın Semerkant’taki Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi'ne katıldıktan sonra BM Genel Kurul Toplantısı için gittiği New York ziyaretinde gözlemlemek mümkün. 

Her iki ziyaretin kapsamı, içeriği ve amacı birbirinden farklı olsada medyaya yansıyan görüntülerden rahatlıkla anlaşılacağı üzere;  Cumhurbaşkanı Erdoğan kısa süre içinde gerçekleşen bu diplomasi trafiğini özgüvenle yönetmekte zorlanmadı.

Türkiye’nin ideolojik ön yargılarla ŞİÖ’ye hapsedilmesi ne kadar yanlış ve gereksiz ise ne olursa olsun Batı’nın çeperinden ayrılmaması gerektiği yönündeki anlayış da o kadar yanlış olarak değerlendirilebilir.

Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi ve ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için gittiği New York’taki diplomatik performansı uluslararası medya ve Türk kamuoyunda farklı düzlemlerde ve yaklaşımlarla tartışılmaya devam ediyor. 

ŞİÖ zirvesine katılım ve üyelik hedefini dile getirmesi ile liderlerle gerçekleşen sohbetlerden medyaya yansıyanlar ve New York’taki Central Park gezintisi, bu tartışmanın ana konusu olarak öne çıktı. 

Aslında uluslararası siyasetin düzlemini, Türkiye’nin bu düzlemdeki hedef ve iddialarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güven verici tutumu ile sahiciliğinden neşet eden diplomatik performansını takip edenler için bu sürecin doğal olduğunu ifade etmekte yarar var. 

Bu anlamda Türkiye’deki sistem değişiminin de dış politika yönetiminde yeni alanlar açtığı vurgulanabilir. 
Erdoğan’ın ŞİÖ Zirvesi'ne katıldığı için emperyalistlerin birçok suçlama ve hatta ekonomik yaptırım ve tehditlerle karşılaşan bir liderin ertesi gün hiçbir komplekse kapılmadan New York'ta sıradan insanlarla muhatap olması, samimi diyalog kurması, Ukrayna krizinden uluslararası adaletsizliğe kadar çok geniş yelpazede muhatapları ile güven veren sohbet etmesi kolay değil.

Uluslararası siyasetin çıkar eksenli ve gerçekçi bir düzlemde seyrettiği artık herkes için genel geçer bir kabul halini aldı. 

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bu süreçte yaşananlar bu gerçeğin dışavurumundan başka bir şey değil.
Hal bu iken, Türkiye’nin küresel şartları dikkate alarak dış politikasını çeşitlendirmesinde öngörüsüz kısır eleştirileri saymazsak, garipsenecek bir durum olmasa gerek.

Türkiye’nin ŞİÖ’ye üyelik hedefini dile getirmesi elbette ki önemli ve görünen o ki kurumsal düzeyde ŞİÖ ve üyeleri ile iş birliğini çıkar eksenli geliştirmesi artık daha olası.

Zirveye katıldığı için Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan hatta ekonomik yaptırımlarla tehdit eden Batılı siyasi aktörler ile bu söyleme katılarak Erdoğan’ın diplomatik performansını hafifseyen içerideki çevrelerin tutarsızlığı anlamlı bir tavra tekabül etmiyor. 

Nitekim bu ülkelerin, kendi çıkarları gerektirdiğinde Şanghay üyesi olsun ya da olmasın, otoriter yönetimlerle nasıl da iş birliği yaptıklarını hepimiz çok iyi biliyoruz.

 Bunun yanı sıra dış politikanın yalnızca birbiri ile siyasal benzerlik taşıyan ülkeler arasında gerçekleşmesinin mümkün olmadığı gerçeğini ve mevcut dünya şartlarında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal olarak Batı dünyasının kendisine biçtiği alana sığmadığını herkesin bilmesinde yarar var. 

Türkiye, uluslararası siyasetin mevcut zemin ve şartlarını göz önünde tutarak küresel düzeyde etkin bir aktör olma iddiasına sahip bir ülke olduğunu kanıtlamıştır. 

Bu amaçla ilişkilerini çeşitlendirirken, diplomasinin de farklı imkanlarını kullanmaktan imtina etmiyor.
Pekin’de 2012'de düzenlenen ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’nde oy birliğiyle Diyalog Ortaklığı’na kabul edilmesiyle birlikte Türkiye ŞİÖ içinde resmi bir statü elde etmiş oldu. 

Gerçekleşen zirveye Putin’in davetiyle katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ikili diplomatik görüşmeler, zirve müzakereleri ve liderlerle gerçekleşen sohbetlerde Diyalog Ortağı Üyelik statüsünü aşan bir performans sergiledi. 

Zirve’de Çin, Rusya, Azerbaycan, Hindistan, Pakistan ve Moğolistan liderleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirdi. 

Liderlerle gerçekleşen sohbetten medyaya yansıyan fotoğraflar da diplomasinin soğuk ikliminin dışındaki ortamların nasıl değerlendirildiğini gözler önüne serdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Semerkant’tan New York’a uzanan diplomasi yolculuğu esnasında gerek klasik diplomasi gerekse kamu diplomasisinin yöntemlerini birlikte ve etkili şekilde kullandığını ifade etmek mümkün. 

Erdoğan’ın gerek destekçileri gerek karşıtlarında bu kadar etki bırakmasının sebebi ise sahip olduğu sözüne güvenilir, sahicilik vasfındandır.

 İster klasik diplomasi görüşmelerinde ister sıradan insanlarla diyaloglarında bu sahiciliği görmezden gelerek yapılan analizler eksik kalacak, gerçeği yansıtmayacaktır.

Central Park'taki gezinti esnasında sıradan insanlarla rahatça diyalog kuran Erdoğan bugün BM kürsüsünden en zorlu ve sancılı küresel sorunları dünya gündemine taşımasıyla, mazlumların iç dünyasındaki yerini pekiştirdi.

Erdoğan’ın klasik diplomasi soğuk iklimlerde samimi bir sohbet atmosferi oluşturmanın da sırdan insanlarla diyalog sonrası, BM Genel Kürsüsünde küresel sorunlara adilane çözümler üretme çağrısı yapmanın da arkasında da bu sahicilik yatıyor.

New York Times'ın manşetten verdiği bir makalede, “Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM konuşması ve bugüne kadar barış için yürüttüğü çabalara övgüde” bulunulması,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Savaşın hiçbir zaman kazananı olmayacağını düşünüyoruz adil bir barış sürecinin ise kaybedeni olmayacaktır. Makul, adil ve uygulanabilir bir diplomatik süreç yoluyla krizden onurlu bir çıkış yoluna ihtiyacımız var.” İfadelerinin kullanılması,

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan en yakından takip edilen iki lider olduğu belirtilmesi,

Erdoğan'ın, özellikle tahıl görüşmelerinde önemli rol oynadığı ifade edilirken, Mart ayında yapılan barış görüşmelerindeki ev sahipliği de hatırlatılması,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın savaş boyunca dengeli ilişkisini koruyarak savaşın küresel etkilerini hafifletmeye çalıştığının altının çizilmesi,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın diplomatik çaba ve başarısına dikkat çekilirken, Avrupalı liderlerin başarısızlığının eleştirilmesi,

Türkiye için birçok suçlama ve hatta ekonomik yaptırım gibi tehditlerle karşılaşan bir liderin ertesi gün hiçbir komplekse kapılmadan New York’ta sıradan insanlarla muhatap olması, diyalog kurabilmesi, 

Ukrayna krizinden uluslararası adaletsizliğe kadar çok geniş bir yelpazede muhatapları ile sohbet etmesi kolay bir iş olarak görülmemesi, 

Rusya ile Ukrayna arasında 200'den fazla esirin takası konusunda Erdoğan’ın oynadığı rol nedeniyle Türkiye'ye dünyanın teşekkür etmesi,

Bunların kolay olmadığını, Liderliğin farkının anlamak için Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un son Cezayir ziyaretinde resmi düzeyde gerçekleşen görüşmelerinin çetin atmosferi ile sokaklarda karşılaştığı direnç ve protestoları ile İran’da son gelişmeleri hatırlamak yeterli olacaktır.