SAHABEDE İMAN KUVVETİ...
KUVVETLİ imanı kazanan herhangi bir şahsın cesaret ve celadeti, şuur ve hayat anlayışı o kadar üstün ve seviyeli olur ki, dini felaketlerden başka, hiç bir bela onu korkutamaz ve hiçbir dünyevi zorluk ha
yatının zevk ve huzurunu bozamaz. Yeter ki o, imandaki bu kemale ermiş olsun...
Uhud muharebesinin şiddetlendiği sırada Resülullah'ın (S.A.V.) şehid edildiği haberi Medine'ye yayılınca, halk sokaklara dökülerek, bu dini felaket karşısında ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Bu sırada Ensar
kadınlarından biri, hemen yola düşüyor, muharebe'nin cereyan ettiği dağın dibine kadar yaklaşıyor; bir
de ne görsün, kumların üzerinde yatan şehidler arasında kardeşi, oğlu, babası ve kocası olmak üzere ailesinin tam dört ferdi var.
İman kuvvetine bakın ki, şehidlerinin başında bir iki dakikalık bir tefekkürden sonra, şehid olduğunu işittiği Resulullah'ı aramaya devam ediyor. Çünkü o, din yolunda ölmenin gerçek alemde dirilmek olduğunu şuurlu olarak biliyor, bunu dini bir musibet telakki etmiyor. Bu sebeple de şehadet haberini dini bir musibet telakki ettiği Resülüllah'ı araya araya buluyor ve ilk sözü şu oluyor:
"Ya Resulellah! Şehidlerimin dördü de din uğruna feda olsun! Sen selamettesin ya; beni heyecanlandıran senin şehadet haberindi..."
Medine Müslümanlarından olan bu muazzez İslam kadını, Resülullah'ın (S.A.V.) hayatta olduğuna
o kadar seviniyor ki; bu sevinç ona kardeşi, babası, oğlu ve kocası gibi hayatının direkleri mesabesindeki
insanların ölümünün ızdırabını bile unutturuyor.
İşte buna iman kuvveti derler. Demek ki, bir davanın zaferi, onu yürütenlerin iman kuvvetine bağlıdır. Kur'an-ı Kerim'in her şeyden evvel imanı teklif
etmesi, Müceddidlerin faaliyetlerini
iman kuvveti üzerine yoğunlaştırmaları,
bu hikmetten olsa gerektir.
Nitekim Mekke müşrikleri, Zeyd bin Desine'yi şehid etmek üzere götürüyorlardı. Bu sırada Ebu Süf-
yan, Zeyd'e sordu:
"Ne dersin ya Zeyd; keşke senin yerinde sizi putlara tapmaktan men eden Muhammed (S.A.V.)
bulunsaydı da, seni şimdi çocuklarının yanına götürseydik; ister miydin?"
Zeyd bu teklif karşısında irkildi ve hemen cevap verdi:
"Hayır Vallahi, istemem!...Ben testere ile kesilmeğe razıyım, fakat Resulullah'ın ayağına en küçük bir dikenin bile batmasına razı değilim."
Bu cevap karşısında Ebu Süfyan:
"İnsanoğlu içinde Muhammed'e (S.A.V.) inananların imanı kadar kuvvetli iman, hiç kimsede görülmemiştir." demek suretiyle hayretini ifade etmek mecburiyetinde kaldı.
Tek insanın tebliği ile başlayan İslam davası, imanı bu derecede olanların öncülüğünde gerçekleşti; o
günkü dünyayı kaplayan küfür ve dalalet sapıklık dumanı, işte fedakârlığı bu dereceye vardıran kavi kuvvetli imanlıla-
rın celadet yiğitlik ve sebatı ile dağılıp gitti. Şiddetli bir çarpışma sonunda Hayber Kal'ası fethedilmiş, gaziler ganimet almak için sıraya dizilmişler-
di. Sıra bir çobana gelince, kendisi için ayrılan maaşı ve erzakı bir kenara itti ve şöyle dedi:
"Ya Resulallah, hen sadece din uğruna cihad ederken şu boğazımdan değecek bir ok ile şehid olmaktan başka hir şey istemiyorum, bana ayrılan bu
maaşı başka fakirlere veriniz."
Resülullah Efendimiz: "Bu isteğinde samimi isen, dileğin olacaktır." buyurması üzerine, Ashab-ı Kiram
bu zatı takip etmeye başladı. Nihayet şehadet haberini işitince, gidip baktılar, aynen Resülüllah Efendimize gösterdiği yerden saplanan bir okla şehid olmuştu.
İnsan imânda kemâle ererse, korkacağı bir felaket veya yapamayacağı bir fedakarlık yoktur.
Asr-ı Saadet Mutluluk çağı bunun en canlı delilidir.
