Musibetler, Allah'ın kahrının tecellisimidir...
Her musibet kahır değildir;
her musibeti, her hastalığı yahut her felaketi mutlaka bir kahır tecellisi olarak görmemek lazım.
Hadis-i şerifte;
''Belaların en büyüğü peygamberlere,
sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir.''
Bela, denilince;
''musibetlerle imtihan olmayı'' anlıyoruz.
Ağır imtihanların neticeleri de büyüktür.
''Kaderin her şeyi güzeldir, hayırdır.
Ondan gelen şer de hayırdır.
Çirkinlik de güzeldir.'' (Sözler)
İnsan öncelikle kendi bedenini şöyle bir gözden geçirmeli.
Her organını ayrı ayrı düşünmeli. Ve sormalı kendi kendine;
Hangisinin yeri, şekli, büyüklüğü, vazifesi en güzel şekilde takdir edilmemiş?
Sonra kendi ruh dünyasına intikal etmeli ve aynı düşünceyi o alem için de sürdürmeli.
Hafıza mı gereksiz, hayal mi?
Sevgi mi fazlalık, korku mu?
Beden bütün organlarıyla bir bütün teşkil ettiği ve ancak o zaman fayda sağladığı gibi, ruh da bütün duyguları, hissiyatı ve latifeleriyle bir bütün.
O da ancak böylece netice verebiliyor.
İnsan ruhundan, akıl ve hafızayı çekip alsanız hiçbir fonksiyon icra edemez olur.
İşte insanın, hem bedeni hem de ruhu en güzel ve en hikmetli bir şekilde tanzim edilmiş.
Buna ''bedihi kader'' deniliyor.
Aynı şekilde, insanın bir ömür boyu başından geçen hadiseler de nizamlı ve intizamlı.
Buna da ''manevi kader'' denilmekte.
Bedihi kader, manevi kaderden haber veriyor.
Her ikisinin de her şeyi güzel...
Elbette ki, cüz'i iradeyle işlenen günahlar, isyanlar hariç.
Manevi kaderin irademiz dışındaki tecellileri karşısında, aciz bir kul olarak, ne yapacağımızı şaşırdığımız, bocaladığımız zaman, hemen bedihi kadere ve ondaki sonsuz hikmetlere nazar etmeliyiz. Mesela, anne rahmindeki rahimane terbiyemizi hatırlamalıyız. O dönemde İlahi hikmet ve rahmet bizi en güzel şekilde terbiye ediyordu ve biz olanların hiçbirinin farkında değildik.
Şimdi de aynı rahmetin başka cilveleriyle yaşıyoruz.
''Allah'a karşı hüsn-ü zan ibadettir.'' hadisinden dersimizi tam alarak, bizi o gün öylece besleyen, büyüten ve her şeyimizi en güzel şekilde tanzim eden Rabbimizin rahmetine itimat etmeliyiz. Karşılaştığımız her hadiseyi bir imtihan sorusu olarak değerlendirmeli ve nefsimizin hoşuna gitmeyen olaylarda da bir rahmet tecellisi aramalıyız.
Kalp ise, apayrı bir alem. O, iman ile nurlanırsa, her şeyi ve her hadiseyi İlahi isimlerin birer tecellisi olarak görür.
''Allah'ın bütün isimleri güzel olduğu gibi, onların bütün cilveleri, bütün tecellileri de güzeldir.'' gerçeğine ulaşır.
Artık bu bahtiyar kul için, çirkinlik diye bir şey kalmaz ortada.
''Kahrın da hoş, lütfun da hoş.'' diyenler,
bu makama varmış bahtiyar insanlardır.
Bu zatlar, ''Allah onları sever, onlarda Allah'ı'' sırrına ermişlerdir.
İnsanın muhatap olduğu hadiseler de ya gece gibidir, yahut gündüz gibi.
Sıhhat gündüzü andırır, hastalık ise, geceyi. Hastalığın günahlara kefaret olduğu, insana aczini ders verdiği, kulluğunu ikaz ettiği, kalbini dünyadan kesip Rabbine çevirdiği düşünülürse, onun da, en az sıhhat kadar büyük bir nimet olduğu görülür.
Sıhhat bedenin bayramıdır, hastalık ise kalbe gıdadır.
Gece ve gündüz bu kainatta aralıksız faaliyet gösteren ''celal ve cemal'' tecellilerinin sadece bir halkası.
Ayet-i kerime şöyledir:
''Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.''
(Bakara; 216)
Ölümden daha ileri bir musibet düşünülebilir mi? Hadis-i kutsi; ''Rahmetim gazabımı geçti.''
''Her musibetin altında Allah'ın nice rahmet cilveleri vardır ki, o musibetin verdiği elemleri, acıları geçmiştir.''
İnsanın nefsi, peşin zevkin talibidir; istikbale nazar etmez.
O saha, akıl ve kalbe aittir.
Nefsimizin hoşuna gitmeyen ve fani dünyamızı karartan olaylar,
Ya İlahi bir ikazdır, bizi yanlış yoldan geri çevirir. Veya, günahlarımıza kefarettir; acımızı bu dünyada çektirir, ebedi aleme bırakmaz.
Yahut, insan kalbini geçici dünya hayatından, Allah'a ve ahirete çevirmeye bir vasıtadır.
Münferit belalarda ise, bize göre en selâmetli yol,
şu olsa gerek;
Musibet kendi başımıza gelmişse, nefsimizi suçlayalım; onu tövbeye sevk edelim. Başkalarına gelen bela ve afetleri ise, onların terakkilerine vesile bilelim.
Böylece hem nefis terbiyesinde yol kat etmiş, hem de başkaları hakkında kötü düşünmekten kurtulmuş oluruz.
K.Sorularla İslamiyet..
