Habib Karamani kimdir....
Anne tarafından Hz. Ebubekir, baba tarafından Hz. Ömer soyundan geldiği rivayet edilen Habib Karamani'nin ailesi ve hayatının ilk dönemleri hakkında pek bir bilgi yoktur. Seyahatlerinden biri esnasında kendisiyle Konya'da tanışmış olan Lamii Çelebi'nin, "Seyyid Yahya Hazretlerine vardıkta akaid şerhi okurmuş" ifadesinden zahir ilimleri tahsil etmekte olduğu anlaşılıyor. O sıralarda daha çok ilim tahsil etmek ve manevi feyz alabilmek için, memleketinden ayrılarak Halvetiyye tarikatının pir-i sanisi Seyyid Yahya Şirvani'ye intisab etmek üzere İran'a gider. Şirvan'da Seyyid'in dervişleriyle karşılaştığında, onlara, "şeyhiniz bana bir günde mevlamı gösterebilir mi?" diye sorunca, müridlerin önde gelenlerinden Hacı Hamza öfkelenerek, "bunda şüphen mi var?" der ve okkalı bir tokat atar. Yere düşerek kendinden geçen Karamani'den haberdar olan şeyh, onu yanına çağırtıp, "dervişler gayretli olur, onların kusuruna bakma ve sakın huzursuz da olma" diyerek teselli eder ve gönül alır. Sonra da, "şu pencerenin yanına git ve otur. Orada gördüklerini bize anlat." Diye buyurur. Şeyhin işaret ettiği yere varınca Karamani, sır kapılarının açıldığını ve hakikat aleminin gözlerinin önüne serildiğini fark eder. Mana aleminin bütün güzellikleri ortadadır ve o anda Habib Karamani, bambaşka bir insan oluvermiştir. Kalbinde dünya sevgisine dair bir şey kalmamıştır. Yüksek marifetlere ulaşır, dergaha geldiğinde kalbinden geçenlere kavuşmuştur. Benlikten geçtiğini, bütün benliğini şeyhinin kapladığını anlar ve dili çözülür. "O geldi, biz gittik"
On iki yıl şeyhine hizmet ettikten sonra izin alarak Anadolu'ya döner. Artık onun sürekli seyahat ettiği görülür. Bir süre Ankara'da ikamet ederek Hacı Bayram Veli Hazretlerinin kabrini sık sık ziyaret eder ve öyle anlaşılmaktadır ki, bu nurlu mekanda her zaman kesbedilecek kemalat, alınacak feyizler vardır. Onun Akşemseddin ile sohbetleri 1450-55 yılları arasında olmalıdır. Aydın, Sivas, Kayseri, Konya, Karaman gibi şehirleri dolaşır, ve bu arada üç defa Hacc'a gider.
Kayseri'de Akşemseddin'in halifesi İbrahim Tennuri ve Nakşibendi şeyhlerinden Emir Efendi ile Mekke'de Zeyni şeyhlerinden Abdülmuti Efendi ile sohbet etme imkanı bulur. Bu büyükler sâyesinde nice feyzlere kavuşur ve her birinden pek çok istifâde eder.
Habib Karamani, İskilip'te Şeyh Yavsi Efendi'nin kızı ve Ebussuud Efendi'nin kızkardeşi Rukiye Hatun ile evlenir. Bu arada İskilip'te cami, medrese, zaviye ve kütüphane gibi bir çok vakıf kurmuştur. Bunların başında 1476 yılında yaptırıp vakfettiği Tabakhane Mahallesinde bulunan Şeyh Habib Camii gelmektedir. Vakfiyesi Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulunan ve 370 m2. ik bir alanı kaplayan caminin önündeki medrese binaları 1925'ten sonra yıktırılmıştır. Caminin yanında kütüphane ve zaviye ile birlikte inşa edilen medresenin 1900 yılında altmış yedi talebesi bulunduğu bilinmektedir.
Ancak kayınpederiyle aralarında önemli bir anlaşmazlık çıkınca İskilip'ten ayrılıp Amasya'ya gider. Şeyh Yavsi'nin vakfını "evladiyelik olarak kurduğunu, Habib Karamani'nin ise, "erbabiye" olarak kurmasını istemesi yüzünden aralarının açıldığı rivayet edilir. Habib Karamani İskilip'ten ayrıldıktan sonra geldiği Amasya'da bir zaviye kurarak ibadet ve ilimle meşgul olur ve 1496 (H.902) senesinde Amasya'da vefât eder. Mehmed Paşa Câmiinin batı tarafında Nezir Mehmed Paşa ile oğlunun kabirleri arasında defnedilir.
Kaynaklarda Habib Karamani'nin Kitabü'n-Nesayih adlı bir eseri olduğu kaydedilmekteyse de nüshasına rastlanamamıştır.
Sultan İkinci Bâyezîd Hânın şehzadesi Şehinşâh Bey'in nişancısı şöyle anlatır: Şeyh ile beraber akşamamazını kılıyorduk. Bir akrep, secde yerinden geçip, safın bir tarafına gitti.
Ne olduğunu bilemediğimden aklım karmakarışık oldu. Namazda huzûrum kaçtı. Namazdan
sonra yemek getirdiler. Fakat akrep sanki kafamın içini sokuyordu. Hep onu düşünüyordum.
Bir türlü yemeği yiyemiyordum. Gönlümden geçirdiğim bu düşünceyi Allahü teâlâ, Şeyh'in kalbine ilhâm edince, bana; "O zavallı akrep bizim yanımıza geldi. Peygamber efendimizin; "İki karayı 'yılan ve akrebi' gördüğünüzde öldürünüz!" hadîs-i şerîfine
uyarak, onu namazda iken öldürdük. Gönlünüzü meşgûl etmesin!" dedi. Namazda yılanı ve akrebi öldürmek namazı bozmaz. Böylece zihnimdeki endişe ortadan kalkmış oldu. Benim âdetlerimden olduğu için, gönlümden geçirerek; "Eğer yemek helâl ise Bismillâh." diyerek yemeğe başladım. Bunun üzerine Şeyh Habîb; "Helâldir, şüphen olmasın!" dedi.
