Ata Süleymi..
Tabiin devrinin büyük velilerinden.
İsmi Ata es-Süleymi'dir.
Basra'da doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
757 senesinden sonra vefat etti.
Ata es-Süleymi, Ashab-ı kiramdan Enes bin Malik hazretleriyle görüştü.
Hasan-ı Basri, Cafer bin Zeyd ve Abdullah bin Galib gibi zamanın velilerinden ve başka alimlerden ilim ve edeb öğrendi.
Hadîs-i şerif ezberledi.
Ata Süleymi, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı. Gözyaşının dindiği günü gören olmadı.
Yanına gelen ziyaretçiler etrafı yaş bulur,
abdest alırken su sıçramış sanırlardı.
Ağlamaktan gözleri rahatsızlandı.
Vaz dinlerken veya bir cenaze gördüğünde düşer bayılırdı.
Bir gün ateş dolu bir tandır gördü.
Cehennem ateşini hatırlayıp düşüp bayıldı.
Binek üzerinde hatırlasa yere yuvarlanırdı.
Evine öylece getirilir teslim edilirdi.
Bir gök gürültüsü işitse, şimşek çaksa veya şiddetli bir rüzgar esse;
"Bütün bunlar benim gibi bir günahkâr kişinin aranızda olması sebebiyle Allah'ü Te'ala tarafından gönderiliyor.
O ölse bunlar olmayacak ve herkes rahat edecek." derdi.
O sevdiklerinden bazılarına;
"Bana ruhsat olan kolaylık ifade eden hadisleri, dinin kolaylığına dair hükümleri söyleyin ki, üzerimdeki korku hali biraz hafiflesin", diye ricada bulunurdu.
Bir gün Bişr bin Mansur ona;
"Büyük bir ateş yakılsa ve bu ateşe giren kurtulacak başka bir rivayette Cennet'e girecek denilse o ateşe kendini atan çıkar mı?" diye sordu. Ata hazretleri ona;
"Kardeşim ben o ateşe kendimi atmayı o kadar isterim.
Lakin sevincimden ateşe yaklaşamadan ruhumun çıkacağını tahmin ederim." dedi.
Nuaym bin Müverr, anlatır;
"Bir gün Ata'nın yanına varmıştık.
Akşam güneş batıncaya kadar;
"Keşke anası Ata'yı doğurmasaydı, " sözünü tekrarlayıp durdu.
Beşir bin Mansur Sülemi anlatır;
Ata Süleymi bana şöyle dedi;
"Ey Beşir! Ölüm peşimde, kabir önümde, gideceğim yer mahşer, geçeceğim yol Cehennem üzerindeki sırat köprüsüdür.
Bilemiyorum ki, Rabbim bana ne muâmele yapar?"
Sonra öyle feryad etti ki, düşüp bayıldı.
Uzun zaman öyle kaldı.
Ayılınca baktım ki, benzi solmuş çok zayıf düşmüştü. Salih el-Mürri'ye gidip halini anlattım.
Benimle birlikte yanına geldi.
Belki bir şeyler yedirip içirebiliriz dedik.
Bize; "Şu keçeyi kaldırın, " dedi.
Kaldırıp baktık ki, altında bir dirhem vardı.
Onunla sevik ''çorbalık'' satın alıp,
hazırladık ve ona içirmek istedik.
Ağzına aldı. Fakat bir türlü içemedi.
Boğazından geçmedi.
Ölecek diye korktuk.
Dedim ki; "Ey Ata! Olur mu böyle?
Bunu senin için aldık.
Hazırlamak için uğraştık, " dedim.
Bana dönüp; "Ey Beşir! Onu bana içirirken sıcaklığını hisseder hissetmez mealen;
"Zira Ahirette kafirler için bizim yanımızda bu kapılar ve içine girecekleri bir ateş var.
Bir de boğaza takılıp kalan bir yiyecek var.
Ayrıca acıklı bir azap da var."
(Müzzemmil suresi; 12-13) buyrulan ayet-i kerimeyi hatırladım.
Böyle yapmamak elimde değildir, " dedi.
Şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Dünyadaki garipliğime acı.
Ölüm anında bana merhamet eyle.
Senin huzuruna çıktığımda rahmetinle
muamele et."
Kaynak; Hilyet-ül-Evliya...
