Sufi Metafiziği...
Sufi metafiziği başlıca Vahdet ''birlik'' düşüncesi etrafında gelişmiştir.
Öyle ki varlık bir "Mutlak Varlık" ve O'nun aynada yansımalarından oluşan görüntülerden ibarettir.
Bu anlayışı açıklayan iki farklı ifade biçimi kullanılır; ''Vahdet-i vücud, varlık birliği ve vahdet-i şuhut Görünenlerin birliği''.
Sufi metafiziğinde diğer dikkat çeken konular hulul, teşkik, ve maksut birliği gibi konulardır.
Allah ile evren arasındaki ilişkinin tarzı sufiler arasında olduğu gibi, sufi olmayan müslümanlar arasında da tartışılagelmekte olan bir konudur.
Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunan görüştür. Vahdet-i vücut, Panteizm'deki gibi tek hakikatin parçalandığını ve sadece içkinliğini savunmaz. Materyalist panteizm veya monizm gibi ilk ilke ile evrendeki her şey arasında maddî bir bütünlüğü tasavvur etmez ve savunmaz.
Sufilere göre kendiliğinden var olan ''kaimun bizatihi'' varlık ''vücud'' birdir;
o da; Hakk Te'ala'nın varlığıdır.
Bu varlık ezelidir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme kabul etmez.
Ancak Hak, zatı itibariyle değil;
sıfat ve fiilleri itibariyle bütün suret ve şahıslarda mutlak olmaktan çıkmaksızın ve asla değişikliğe uğramaksızın tezahür ve tecelli etmektedir.
İçinde farklılıklar ve değişme barındıran tüm evren ve içindeki canlı ve cansız her unsur, ancak O'nun varlığı ile ayakta durmaktadır.
Yaratılışın amacı;
Künt'ü, Kenz yani Gizli bir Hazine idim bilinmeyi istedim ifadesi bütün varlıkların ve tüm evrenin Tanrı'nın yansımaları olduğu anlamını taşır.
Nefsini terbiye eden insan oğlu Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapılarından geçer ve en sonunda Hak ile Hak olur ''birleşir.
Hulul, Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi'nin kendilerini ölüme götüren "En-el Hak" sözü,
bu inancın yansımasıdır.
"Vahdet-i vücud" tabiri bu öğretinin en büyük sözcüsü olan Muhyiddin İbn. Arabi'nin eserlerinde bu kelimeler ile ifade edilmez.
İfadeyi ilk kullanan, İbn. Arabi'nin öğrencisi Sadreddin Konevi'dir.
Allah dostları dönemlerinde dinden çıkmakla sapkınlıkla ve şirkle suçlanmıştır.
Hallac-ı Mansur, ölüm anında şu sözleri söylemiş ve Allah'tan katillerini bağışlamasını dilemiştir;
''Ya Rabbi canımı alan bu kullarını bağışla;
çünkü onlar senin bana gösterdiğin sırlarından haberdar değiller, senin bana gösterdiklerini onlar göremezler bilemezler.''
Bu inancın en büyük temsilcileri Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Niyazi Mısri gibi düşünürlerdir.
İslam coğrafyasında özgün bir epistemoloji ve terminoloji geliştiren kelamcılar, filozoflar ve sufiler, varlık konusunda kimi zaman birbirine yaklaşan,
kimi zaman da sert tartışmalara varacak kadar ayrımlaşan görüşler öne sürmüşlerdir.
Tanrı'nın varlığı "varlık" yönünden bakıldığında
"tek" ise, bu durumda onun varlığı dışındaki diğer tüm varlıkların varlığı hangi anlamda bir "varlık"tır sorusu kafaları meşgul etmiş, bazı filozoflar Tanrı'nın varlığını "Mutlak varlık", diğer tüm yaratılmışları ise, var olup olmama açısından mutlaklık taşımadığı için "Mümkün varlık" şeklinde tanımlayan bir ayrım yapmışlar ve aralarında bazı farklılıklar olsa da kelamcılar ve filozoflar bu ayrımı zihin dışında, ontolojik bir ayırım olarak algılamışlardır.
Her ne kadar varlık birliği düşüncesinde Tanrı ve kullar arasında Tanrı'nın "Tanrılığı" kulun "yaratılmışlığı" korunuyor olsa da bir kısım istisnaları bir kenara bırakacak olursak özellikle fıkıh, hadis, tefsir gibi dini ilimler alanındaki bilginler bu anlayışın yaratıcı ile kul arasındaki farkı ortadan kaldıracak ve tüm dinî emir ve yasaklara kayıtsızlığa sevk edecek bir sapkınlığa yol açacağı endişesine kapılmışlardır.
Varlık tek ve mutlağın varlığından ibarettir ancak tıpkı güneşin çeşitli aynalardaki yansıması gibi çokluk olarak görülür.
Maruf el-Kerhinin kelime-i şehadeti "Vücudda Allah'tan başka hiçbir şey yok" tarzında ifade eden ilk kişi olduğu söylenir.
Hace Abdullah el-Ensari ise, kendisine tevhidin ne olduğu sorulduğunda "Yalnızca Allah! Başka bir şey yok!", Allah bes! Baki heves! diye cevap vermiştir. Gazali'nin de benzeri deyişleri vardır.
Mişkatu'l-Envar adlı eserinde;
"Arifler, mecazın en aşağı noktasından hakikatın zirvesine yükseldikleri ve miraclarını tamamladıkları zaman vücutta Allah'tan başka bir şey olmadığını aynı müşahede ile gördüler" demekte, ünlü eseri İhya-u Ulumiddin Din'de de "Vücud'da Allah'tan başka bir şey yoktur...
Vücud yalnızca Gerçek Bir'e aittir" demektedir. Şeyhülislam Molla Fenari'nin, İbni Arabi'nin "Fusus" adlı eserinin de şarihi bir Ekberi olması sebebiyle, vahdet-i vücuda karşı,
Osmanlı topraklarında uzun süre doğrudan eleştiri yapılamamış;
hatta İbn-i Arabi'ye karşıtlığıyla bilinen Şeyhülislam Çivizade Mehmed Efendi görevinden azledilmiştir.
Ancak 17. yüzyıldan sonra bu durum değişmeye ve Vahdet-i vücud'a yönelik eleştiriler artmaya başlamıştır.
Vikipedi.
